Konferansın ve sonuç bildirisinin bizi yansıtmayan kısımları vardır, ancak buna karşın konferans sonuç kararlarına birçok nedenle sahiplenmemiz gerekir. Sinan ÇİFTYÜREK
“KUZEY KÜRDİSTAN BİRLİK VE ÇÖZÜM KONFERANSI” ÜZERİNE
Sinan Çiftyürek
15-16 Haziran olarak planlanan ama 17 Haziran’a da sarkan, dinamik tartışma ve arayışlarla yüklü bir konferans gerçekleştirdik. “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”, gerek iç tartışma dinamiğiyle, gerekse arayış ve sonuçlarıyla Kürdistan’da yeni ve ileri bir adımı temsil ediyor. Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) olarak, tüm ulusal demokratik güçlerin konferansın sonuçlarını sahiplenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Konferansın ve sonuç bildirisinin bizi yansıtmayan kısımları vardır, ancak buna karşın konferans sonuç kararlarına birçok nedenle sahiplenmemiz gerekir.
Birincisi; belki de ilk kez Kuzey Kürdistanlı güçler arasındaki farklılıklar bu düzeyde yoğun olarak tartışıldı. Ulusal özgürlük, ulusal birlik ve çözüm meseleleri üzerine farklı ve hatta yer yer karşıt görüşler ilk kez bu denli düzeyli, dinamik ve açıklıkla ele alındı. Konferans’ta Kürdistanlı ulusal demokratik güçlerin aralarındaki farklılıklar üzerinden tartışarak uzlaşması demokrasi kültürünün gelişmesinde önemli bir adım oldu. Denilebilir ki BDP ve DTK geleneği ilk kez bu düzeyde, kendi dışındaki ulusal güçlerden gelen ciddi bir demokratik basınçla yüzleşti. Elbette BDP dışındaki yapılar da tersinden BDP’den farklı açılardan gelen basınçla yüzleştiler. Farklılıkların karşılıklı hazmedilmesinde daha kat edilecek çok yolumuz var, ancak konferans bu açıdan da önemli bir adım oldu.
İkincisi; yine ilk kez BDP dışındaki yapılar, geniş bir konferansta DTK’nın yeni bir Ulusal Meclis lehine sonlandırılmasını açıkça dile getirdiler. DTK’nın fazlasıyla bir partiyle özdeş hale geldiği, bu nedenle geniş ulusal birliğin adresi olamayacağı, başta ÖSP delegasyonu olmak üzere açıkça dile getirildi, aşılması somut olarak talep edildi. Yaptığım ikinci konuşmada, ’’Burada ulusal meclis hedefinde sonbahara kadar yol alabilmeliyiz. Bu açıdan seçilecek Birlik ve Çözüm Komitesi sonbaharda ulusal meclisi toplamayı hedeflemelidir. Bu sürede DTK da kendini yeni ulusal meclis lehine feshetmeyi tartışarak sonuçlandırabilmelidir. Çünkü aynı nitelikte hem kongre hem ulusal meclis bir arada olmaz’’ dedim.
Üçüncüsü; sonuç bildirisinde Abdullah Öcalan’a çözüm sürecinde atfedilen rol yerindedir. Öcalan’ın dışında da aktörler devrede olmalıdır, nitekim seçilecek olan Birlik ve Çözüm Komitesi’nin de siyasi aktörlerden biri olduğunun altı çizilmiştir.
Öcalan’ın konferansa ilettiği mektup, içerik olarak katılmadığımız yönleri olmakla birlikte genel anlamda olumludur. Mektup, 24 Nisan’da DTK ve BDP eş başkanları, KADEP, Azadi İnisiyatifi ve DDKD temsilcileriyle konferansa dair yaptığımız ön görüşmede, müzakere sürecinde temsiliyete ilişkin ÖSP önerilerine Öcalan’ın yanıtı niteliğindedir ve ana hatlarıyla olumludur.
Öcalan’ın, ‘’Benim içinde bulunduğum İmralı koşulları nedeniyle tek başıma bir müzakere yürütmem hem imkânsızdır hem de doğru değildir. Ben, bana yüklenen önderlik misyonum gereğince müzakere sürecinin yolunu açıyorum, bu yolda yürümesi ve sürecin içini doldurması gerekenler sizlersiniz… Bu temelde geniş katılımlı toplanan konferansınız müzakere sürecinin en temel siyasal mekanizması olmak durumundadır’’ yaklaşımı olumludur.
Dördüncüsü; “Kürdistan halklarının kendi tercihleriyle statülerini (özerklik, federasyon, bağımsızlık gibi) belirleme hakkına sahip olduğunun, Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması konferansımızda ortaklaşılan bir ilkedir” kararı ulusal özgürlük mücadelesinde ortak payda adına bugün için ileri bir adımdır. Kürdistan’da her yurtseverin, her demokratın sahiplenmesi gereken bir karar olduğu inancındayız.
Beşincisi; Konferansın isminden de anlaşılacağı üzere, herkesin ortak paydası yeni ve geniş bir ulusal birliğin yaratılması idi. Kimi delegeler konuşmalarında, “Artık Kürtler doğrudan birbirlerini dinliyorlar, bu beni umutlandırdı’’ diyerek acil birlik vurgusu yaptılar. Birlik arayışı konferansın ortak paydasıydı ama birlik modeli ve tarifi konusunda görüş ve öneriler farklıydı.
BDP’den konuşmacılar da yeni bir birlik vurgusu yaparken yer yer ulusal meclis önerdiler. Ulusal Meclis ile DTK yan yana olamayacağından DTK’nın ulusal meclis lehine aşılmasının beraberinde getireceği bazı sıkıntılar BDP ve etkilediği kurumlarda hakimdi. Denilebilir ki zamana ihtiyaçları var ve sonbahara kadar BDP camiasının ulusal meclis lehine DTK’nın aşılmasında netleşmeleri bekleniyor, en azından ÖSP olarak beklentimiz budur.
ÖSP, Aziz Mahmut Ak yoldaşın yaptığı sunumla çerçevesini belirlediği ulusal birlik modelini önerdi. ÖSP’nin önerisi, konferansta Birlik ve Çözüm Komitesi’nin seçilmesini; bu komitenin birlik dışında kalmış Kürdistani yapılara katılmaları için çağrılar çıkartmasını; sonbaharda kalıcı bir ulusal meclisin oluşturulması hedefiyle şimdiden çalışmasını; komitenin Kürt/Kürdistan meselesinin çözümü için müzakere ve diplomatik faaliyet yürütmesini içeriyordu. Konferansta komitenin seçilmesi ve görevleri üzerinde bir görüş birliği olmakla birlikte, DTK’nın geleceği ve ulusal meclis gibi konular üzerinde halihazırda görüş birliği tam olarak sağlanmış değil.
Altıncısı; konferans birçok açıdan eksiklikleri, yetersizlikleri ve hatta bazı yanlışları da açığa çıkarttı. Böylesi bir konferans için 250’nin üzerinde delege sayı olarak yüksekti. Buna birinci gün zamanın rahat kullanılması da eklenince, ikinci gün esas konu olan “Kuzey Kürdistan’da Ulusal Birlik ve Ortak Tutum” oturumunda olabildiğince zaman daralması basıncı yaşandı. En önemli gündeme en az zaman kalmıştı.
Moderatörlerin oturumları yönetirken nötr olmaları ve mümkün olduğunca ortak dil kullanmaları gerekirdi, ancak buna tam olarak uyulmadı. Elbette Ayşe ya da Hasan olarak moderatörler kendi şahsi görüşlerini söz alıp söyleyebilirler, ama oturumu açarken ya da yönetirken moderatörlük adına konuşmalarda şahsi görüşlerini değil ortak görüşleri dile getirmelidirler. Kimi moderatörler buna uymadı. Bu durum iç demokrasinin gelişmesinde aşılması gereken bir diğer eksikliğimizdi. Konferans sonuç bildirisinin sabah saat üçlere sarkması ve ancak üçüncü gün okunabilmesi konferans önhazırlığının yeterince yapılmadığının kanıtıydı.
Sonuç olarak; artısıyla eksiğiyle konferans karar ve yönelimlerle tamamlandı. Şimdi konferans sonuçlarını hayatla buluşturmak için çabalamalıyız. Konferans bileşenleri, AKP’nin barışçıl çözüm yönünde adım atması gerekirken, tersine daha çok karakol, daha çok kapitalizm ve daha çok politikleştirilmiş din ile entegrasyon ve asimilasyonu geliştirdiği gerçeğini dikkate alarak davranmalıdırlar.
Konferansa katılan Barış Anneleri adına konuşanlar, “Gerilla çekildi ama barış gelmedi. Devlet daha çok karakol ve güvenlik amaçlı baraj yapıyor. Roboskili gençlere silah dağıtılarak korucu olmaya zorlanıyorlar” derken devletin barışa nasıl da uzak olduğunu bir başka açıdan sergilediler.
Hükümet barışçıl çözüm yönünde ciddi adım atmıyorsa, yeni anayasa ufukta gözükmüyorsa, ikinci aşamaya dönük adım atma yönünde hükümette hiçbir ön belirti yoksa, demek ki konferans bileşenleri pratik mücadelede büyük sorumluluklarla yüz yüzedirler.