Diyarbakır’da dün Kemalizm, Çanakkale kardeşliği ve Misak-i Milli dendiğinde tüyleri diken diken olan gençler, bugün Öcalan bunları savunuyor diye, nasıl da “halkların kardeşliğine hizmet edeceği” gibi “iyi, ileri” yönlerini keşfedip savunmaya başladılarsa; Kürt ulusal hareketinde en büyük yıkım olan ideolojik yıkım gelişiyor. S. Çiftyürek

 

ULUSAL DEMOKRATİK HAREKET TÜRBÜLANSA İTİLİYOR! 

S. Çiftyürek

 

Adına “çözüm” ya da “barış süreci” denilen süreç ile ilgili peş peşe üç yazı yazdım, bu yazıda ise Kürt ulusal demokratik hareketinin türbülansa itilmesinin belli başlı tehlikeleri ile birlikte Abdullah Öcalan’ın 21 Mart Diyarbakır Newroz’unda okunan mektubunun içeriği (çağrıları) üzerinde kısaca duracağım. Kısa duracağım çünkü zaten Öcalan’ın çağrısına ilişkin ÖSP adına uzun bir metinle bağlayıcı tutum almıştık.

Kürdistan ulusal demokratik hareketi türbülansa giriyor derken dikkat çekmek istediğim belli başlı noktalar şunlardır!

 

I – Devlet ve hükümetin PKK’nin silahsızlandırılmasında “acele” ettiklerini belirtmiş ve bunun nedenleri üzerinde durmuştum. Görüyoruz ki hükümet ve Öcalan birbirini tamamlayan adımlarla hızlandırılmış bir “çözüm” programını uyguluyorlar. MİT ve Öcalan mutabakatı gereği Öcalan’ın çağrısı ile PKK önce ateşkes ilan etti. Devam eden süreçte, ülkedeki PKK’lilerin sınır dışına çıkması ve bunun silahlı mı silahsız mı gerçekleşeceği tartışması ise sürüyor.

Diğer bir tartışma ise BDP’nin “Meclis sürece ilişkin yasa çıkararak devreye girmeli” önerisine, AKP hükümeti yasa yerine mecliste “Çözüm Sürecini Araştırma Komisyonu” kurulması için meclis başkanlığına başvuru yaparak adım attı. Hükümetin gerek attığı bu adım gerekse “Akil Adamlar Komisyonları”, BDP’nin ve Öcalan’ın talebini esasta karşılamıyor ama bu adımlar üzerinde belirli bir uzlaşma zemini sağlandığını söyleyelim. Burada dikkat edilmesi gereken şey, hükümetin halen sürece devleti bağlayıcı herhangi bir adım atmadan sadece Hükümetin sorumluluğu üzerinden süreci götürmede ısrarlı davranışıdır. Kısacası devlet ve hükümet olağanüstü bir çabayla süreci hızlandıran adımlar geliştirirken hem hükümetler üstü tutum olarak devleti bağlayan resmi adımlardan kaçınıyor hem de içeriği belli olmayan bir “demokratikleşme” söylemiyle Kürt halkındaki beklenti ve umutlar belirsiz geleceğe erteleniyor! Zaten BDP ve PKK tabanı sürecin yorumuna ilişkin ağırlıkla “Serok bu çağrıyı yaptıysa bir bildiği vardır” umut ve güvenine odaklanmış durumda. Kürt ulusal demokratik hareketi ve elbette ki halkı türbülansa (tehlikelerle dolu boşluğa) giriyor derken kastettiğim birinci tehlike budur!

 

II – Öcalan’ın 21 Mart’ta okunan mektubunda ki görüşleri yeni değildir.

Yeni olan bu görüşlerin somut politik çağrılara dönüştürülmesidir ki ulusal demokratik harekette türbülansı büyütecek olan da budur.

Yeni olan Öcalan’ın “Kemalizm, İslam bayrağı altında birlikte yaşam, TBMM’nin kuruluşundaki ruh, Çanakkale ruhu” gibi görüşlerinin somut politik açılımlarının, AKP’nin, 2023’e kadar Çanakkale’nin emperyalist ruhunu Cumhuriyet ruhuna dönüştürülmesi hedefiyle örtüşmesidir. En azından mektuptaki politik çağrılarla bu mesaj verilmektedir.

Yeni olan Öcalan’ın bu somut politik çağrılarıyla birlikte Kürt ulusal demokratik hareketinin; Dışişleri bakanı Davutoğlu’nun süreci tanımlarken; “Tarihi parantezi kapatmak gerek. Kadim birliktelikleri inşa etmek, o kadim birliktelikten yen bir siyasi anlayış çıkarmak ve insanoğlunun büyük restorasyonunda öncü rol üstlenmek” gerekir dediği Türk devletinin bölgesel hegemonya hesaplarının yedeğine düşme tehlikesinin öne çıkmış olmasıdır.

“Kadim birliktelikleri inşa” gibi işin örtüsünü alıp bir kenara attığında geriye Davutoğlu’nun “tarihi parantezi kapatmak” gerek derken Güney ve Batı Kürdistan dahil son Osmanlı bakiyesini Türk devletinin yeni egemenlik alanları dahası Misak-i Milli sınırları arasına aldıklarını görürüz. İşte bir başka açıdan yüzleşilen ağır türbülans meselesi budur!

Yeni (ve büyük ideolojik kırılmaya yol açacak) olan; Öcalan’ın genel ideolojik savunusunun ötesinde somut politik yönelimler olarak; Türk şoven milliyetçiliği olan Kemalizm’in içerik kattığı Cumhuriyeti yeni bir makyajla halklara ve önemlisi Kürt halkına sunmasıdır. Şöyle ki; “tıpkı yakın tarihte Misak-i Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz” belirlemesi, siyasal “İslam bayrağı altında birlikte yaşam, TBMM’nin kuruluşundaki ruh, Çanakkale ruhu” gibi politik vurgularla birlikte ele alındığında; bunlar genelde Kürt ulusal demokratik hareketinde özelde de Kürt halkında ciddi ideolojik politik kırılmalarında ötesinde yıkıma yol açacaktır. Açmaya başladı bile!

Diyarbakır kahvelerinde dün Kemalizm, Çanakkale kardeşliği, Cumhuriyet ruhu ve Misak-i Milli dendiğinde tüyleri diken diken olan gençler ve siyaset kadroları, bugün Öcalan bunları savunuyor diye, nasılda “halkların kardeşliğine hizmet edeceği”, nasıl da “demokratik içerikli oldukları” gibi “iyi, ileri” yönlerini keşfedip şimdiden savunarak tartışmaya başladılarsa demek ki Kürt ulusal hareketinde en büyük yıkım olan ideolojik yıkım gelişiyor. İşte büyük türbülansa düşmek buna denir.

Kürt milliyetçiliği (ulusallığı) gerçekten halkların eşit siyasal iktidarları üzerinden özgür birliktelik ve kardeşliği lehine eritilirse; Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği ile birlikte, halkların sosyalist federasyonu lehine geride bırakılıyorsa; bu geride bırakılışla birlikte farklı halkların ortak enternasyonal havuzuna ileri, demokratik değerleriyle katılmaları hedefleniyorsa komünistler olarak bunun dinamik savunucusuyuz. Fakat şimdi yapılmak istendiği gibi, Kürt ulusal dinamiği, “Misak-i Milli çerçevesinde… Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz” denilerek Türk milliyetçiliği ve Türk cumhuriyetinin yeni “türevi” lehine eritilme yönelimine ise kararlıkla “hayır” demek lazım! Çünkü burada yüzleşilen türbülans çok derindir ve yol açacağı yıkımda ağır olacaktır.

Ve nihayet yeni olan; bunların toplamında ve somutta da siyasal “İslam bayrağı altında birlikte yaşam, TBMM’nin kuruluşundaki ruh, Çanakkale ruhu kardeşliği, Misak-i Milli çerçevesinde Yeni Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel türevini” Diyarbakır, Van, Urfa kahve ve siyaset merkezlerinde savunmak, Kürt halkı ve özelde de yurtsever taban gözünde BDP ile AKP farklılığını silikleştirir ki bunun siyasal sonuçları ağır olacaktır. Bir başka açıdan yüzleşilen türbülans budur!

 

III – Kürt ulusal demokratik hareketindeki yıkımın nasıl hedeflendiğine bakıldığında esas olarak devlet ve hükümetin yönelimine bakmalıyız. 

Türk devlet ve hükümetinin süreci hızlandırırken hedeflerini sadece PKK’nin silahsızlandırılması ile sınırlı belirlemedikleri, bunun çok ötesinden Kürdistan ulusal demokratik hareketinin tasfiyesini hedeflediklerini Erdoğan’ın söyleminden de danışmanlarının tutumundan da ve yandaş köşe yazarlarının açık görüşlerinden de görebiliriz.

“Bu süreç, sadece PKK’nin silahını bırakma süreci olarak değerlendirilirse, dağ fareyi doğurmuş olacak. O zaman PKK tasfiye olur, bu coğrafya MKK’yi doğurur. Sürecin hem mimarlarının hem de önemli aktörlerinin bunun bilinciyle hareket ettikleri gözleniyor” derken Abdurrahman Selvi (Yeni Şafak’taki yazısında) Türk devletinin hedefinde başta PKK olmak üzere ulusal demokratik potansiyeli silahsızlandırmanın çok ötesinde rejime-kapitalist sisteme entegre ederek tasfiyeyi hedeflediği görülür.

Ulusal İstihdam Stratejisi, Yeni Teşvik Yasası ve Yeni Türk Ticaret Kanunu gibi adımlarla küresel ve bölgesel sermayenin “Türkiye’nin Çin’i olarak” Kuzey Kürdistan’a davet edildiği süreçle de örtüşen “çözüm” süreci başka tehlikeleri de barındırıyor. AKP hükümeti devlet adına; Kürt sermayesine hatta sermayeleşmeye açık elit Kürt siyasal kadrolarına büyük bir kapitalist yatırım-üretim ve ticaret alanı açarak sisteme çekmek istiyor. Bir başka açıdan türbülans meselesi budur. Türk devleti süreci ilerletmede ve meseleyi “çözmede” en büyük silah olarak ekonomik-ticari gücünü kullandığı, kullanacağının üzerinde derinlikli durulmalıdır.

G-20 üyesi olarak Türk devleti, Kürtler dahil her ulus ve etnik yapıdan sermaye sahiplerine Güney Kafkasya’dan Mısır’a kadar 300 milyonluk havzanın küresel kapitalizme açılmasının büyük yatırım, üretim ve pazarlama imkanlarını sunuyor. Kürt ulusal demokratik hareketinin elit kesiminde sisteme entegre olmada en büyük kırılma buradan gelecektir! En azından ben buna inanıyorum!

Demek ki “Modernist paradigma yerle bir” olmadı, tersine gerek Ortadoğu’da gerekse Ortadoğu’da rol modelliğe soyunan Türk devletinde tepeden tırnağa modernist paradigma güçleniyor ki Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” ve “Demokratik modernite” tezleri de esas olarak kapitalist modernist paradigmayı güçlendirmeye hizmet edecektir.

ÖSP’nin bağlayıcı tutumunda da meselenin bu yanına şöyle vurgu yapılıyordu:

Öcalan’ın “Bugün (21 Mart 2013) artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz” denilmesini ise yanıltıcı buluyoruz. Bölgede yatırım yapacak olan Türk, Kürt ve küresel sermayedarlar için Türk üniter devlet savunucuları için, “ümmet kardeşliği” adı altında tüm halkları Türk millet kavramı içerisinde sunan ve savunan İslamcılar için Öcalan’ın “yeni geleceğe uyanıyoruz” belirlemesinin bir karşılığı olabilir. Fakat mazlum Kürt halkı için, küresel ve bölgesel sermayenin ağır sömürüsü altında ezilen Kürdistanlı işçi ve yoksullar için, ulusal özgürlük mücadelesinin ağır yükünü çeken Kürt kadınları ve gençleri için, nihayet Türkiye emekçileri için 21 Mart 2013 tarihi itibariyle ‘yeni bir geleceğe uyanıyoruz’ diyemeyiz!” deniliyor.

Tam da burada oluşturulan “Akil Adamlar Komisyonları” ne yapacak bu süreçte? Buna da değinmek gerekiyor. “Başbakan ‘eskiden o psikolojik harekat denen ifadeler vardı ya!’ deyip akil adamların işlevini işaret etmiş” diyor Yalçın Bayer Hürriyet’teki köşesinde. Doğrudur bir yanıyla tam da bunu yapacaklar. Bölgeleri gezip travmalara “merhem” olmaya, öfkeleri yatıştırmaya, gerilimleri yumuşatmaya, yeni bir dilin oluşmasına katkı koymak gibi rehabilitasyon işlevini yerine getirecekler. Diğer yandan ise yerel, mahalli egemen güçlere özellikle Kürt egemen güçlerine, dahası ulusal demokratik siyaset elidine “barış sürecinin” kendilerine ne gibi yeni maddi imkanlar yani yatırım-üretim-pazarlama imkanlarını yaratacağının nimetlerini anlatacaklardır! İşte ekonomik sistem üzerinden rejime entegrasyon ve işte büyük türbülans!


IV – Demokratikleşme çerçevesinde çözümün olmayacağı üzerine daha önce durdum, burada da birkaç şeyi ekleyeceğim.

Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde Kürt meselesine çözüm aranırken demokratik adımlar olarak gündemde ne var? % 10 seçim barajının düşürülmesi, siyasi partiler yasasında değişiklik, ifade ve düşünce özgürlüğü alanının genişletilmesi ve yeni “demokratik” anayasa vb. Bu genelin yanında Kürtlere özgü olarak ise bireysel kültürel haklar, seçmeli ders ve anayasada Türk yerine Türkiye vatandaşlığının konulması. Bunlar burjuva demokrasi alanını kısmen genişleten adımlar olup önemser ve destekleriz, çünkü Kürdistan siyasetinin de nefes almasını sağlar. Ancak belirttiğimiz bu çerçeve Kürt, Kürdistan ulusal özgürlük meselesini çözmez, çözemez.

Çözmediğini anlatmak için derin tahlillere girmeye de gerek yoktur. Somut birkaç örnek vermek yeterli olacaktır. Emperyalist İngiltere, Fransa, ABD ve Hollanda kendi başkentlerinde “burjuva demokrasisi” uyguladıkları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıldır bu “batı standartlarında demokrasiye” ulaşmaya çalıştığı genel bir kabul görür. Peki, ama Londra, Paris, Washington ve Amsterdam “demokrat” oldukları halde sömürge Hindistan, Cezayir, Gine, Vietnam, iç sömürge Güney Afrika ve ilhaka uğramış Kuzey İrlanda gibi onlarca ülkenin ulusal özgürlük ve bağımsızlık meselesi otomatikman sömürge (ya da ilhakçı) devletin demokratik standartları çerçevesinde çözülebildi mi? Hayır! İngiltere “on yıl önce ancak demokratikleşti ve Kuzey İrlanda meselesi de ancak çözüldü” diyebilir miyiz? Hayır diyemeyiz! Ayrıca Kuzey İrlanda meselesinde silah öğesi çözüldü ama meselenin kendisi nihai olarak çözüldü mü çözülmedi mi oda ayrı bir tartışma konusu!

Özetle biz ısrarla Kürt/Kürdistan meselesi demokratikleşme çerçevesinde çözülmez derken buradan hareket ediyoruz!

 

V – Bir konuya da açıklık getirmemiz gerekiyor. Öcalan’ın mektubunun içeriğine, çağrılarına katılmayan ya da eleştirenler şöyle bir karşı eleştiri ile karşılaşıyorlar: “barışçıl, demokratik çözüm istemiyorsunuz, o halde savaşın devamından yanasınız?” 3 Nisan akşamı Fehim Işık’ın yönettiği Çandiyar programında benzer bir soru ya da eleştiri bana DTK temsilcisince yöneltildi. Ben konuşmamın başında Öcalan’ın mektubunun içeriğine nasıl, neden katılmadığımızı özetledim. DTK adına konuşan Edip Yaşar, Öcalan’ın mektubunun içeriği ve çağrılarını savundu devamında da “Kürt örgütleri dün PKK silahlı mücadele veriyor diye eleştirdiler, bugün ise silahlı mücadeleyi geride bırakıp demokratik siyasete yönelince eleştiriyorlar” dedi. Bu eleştirinin genelleme yapılarak dile getirilmesi doğru değil en azından ÖSP için bu eleştirinin karşılığı yoktur. Örneğin:

ÖSP’nin resmi açıklamasında; “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete’ çağrısını doğru bir çağrı olarak görüyoruz… Öcalan’ın PKK için yeni süreci ‘mücadele zemini fikir ve demokratik siyaset’ olarak belirleyip çağrı yapmasını önemsiyoruz. PKK’nin bu çağrıya uyarak iç ve dış siyasette ‘demokratik siyaset’ tarzını geliştirmesini Kürdistan ulusal demokratik siyaseti için bir kazanım olarak görürüz. Bu zemin, ulusal birliğin sağlanması için de daha uygun bir zemin olabilir” demiştik!

Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının bu uzun savaşta yorulduklarını ve artık tarafların bunu bitirmelerini istediklerini bir süreden beri biliyorduk, hissediyorduk! Yozgat, Sakarya, Trabzon, İzmir, Edirne yani Türkiye halkları açısından bakıldığından artık asker cenazesi törenlerinde “vatan için ölecek çocukları olmadıkları” ya da “vatan sağ olsun demeyeceklerini” haykırmaya başladıklarını izledik.

Kürt halkı açısından bakıldığında ise; çekilen onca acı, ödenen onca can bedeli, milyonların terk ettikleri ata topraklarına rağmen halen ufukta silaha dayalı çözüm gözükmüyordu. Silahlı mücadelenin hem çoktandır kendini tekrarlaması nedeniyle süreci ilerletici işlev üstlenemiyor olması hem de Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” tezinin PKK tarafından da kabulü ile birlikte “silahlı direniş” tümüyle manasızlaşmıştı. Buna, PKK yetkililerinin son yıllarda sıkça “silahın çözüm getirmeyeceği” yönündeki demeçlerini de ekleyelim.

Bize gelince biz Kürdistan’ın, özelde de Kuzey Kürdistan’ın (tarihsel trajedisinin de içeriğinin şekillenmesinde rol oynadığı) siyaset sosyolojisinde, silahlı mücadelenin nihai çözüm getireceğine inanmadığımızı hep söyledik, yazdık. Dolaysıyla inanmadığımız ve pratikte başvurmadığımız bir mücadele tarzına ilişkin PKK’ye “niye silahlı mücadeleyi bırakıyorsun” türünden bir şeyi dile getirmeyiz. ÖSP geleneği ucuz kahramanlıktan hep uzak durdu.

 

VI – Türkiye sosyalist hareketinin bu süreçte aldığı pozisyon

Türkiye sosyalist hareketinin en genel hatlarıyla tarif edilmesinde şunu söylersek abartmış olmayız: Önemli bir kesimi CHP’nin sol yedeğinde, diğer önemli bir kesimi ise PKK’nin yedeğinde davranıyorlar. Bu arada hakkını yemeyelim ikisi birden aynı süreçte idare edebilme yeteneğinde olanların olduğunu da belirtelim.

Türkiye sosyalist hareketinin yine önemli bir kesiminde bugün gerek bölge siyasetinde gerekse iç siyasetteki belli başlı siyasal tutumları; buram buram Kemalizm, doğru olanla ilişkilenme yerine güçlü olanın kuyruğuna takılma şeklinde özetlenebilir. Bu tutumlarını gerek bölge siyasetinde dün katil Saddam’ı bugün ise katil Esad’ı antiemperyalist “ulusal kahraman” görüp savunmada gerek CHP’ye ilişkin değerlendirmede gerekse de Öcalan’ın 21 Mart Diyarbakır’da halka okunan mektuptaki çağrılara ilişkin aldıkları tutumda görebiliriz. 6-04-2013

canbegyekbun@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir