Ödenmiş ağır bedeller somut ve halen can acıtıyorken, Kürdistan ülkesi, coğrafyamız büyük bir yağma, talanla halen karşı karşıya iken Kürdistan, demokrasi lehine görünür olan, mevcutlu olan nedir sorusu ağırlığını koruyor. Hasan FIRAT

 

BİR KEZ DAHA SÜRECİN NERESİNDEYİZ?

Hasan FIRAT

2013 Newroz’u uğurladık. Lakin biriken sorunlar, güçler dengesi cephesinde, sorun öznelerinin mücadele dinamikleriyle kapıya dayanan çözüm yığınağı, atmosferi ister istemez başka türlü ilerletiyor. Her ilerlemenin olumlu olacağı ya/ya da sürgit bir tempoda yolunda devam edeceği mutlaklığı yoktur. 2013 Newroz’una dair ilkten söylenecekler için öneminden bir şey yitirmeden, devam eden süreç, hakeza 21 Mart Newroz’da Amed’te okunan A. Öcalan bildirisinin şekli, zamanı, hedefi, ulaşılmak istenen merhaleler bağlamında, zaten çetrefil olan Kürt/Kürdistan sorununu bir kat daha yukarı çıkardı demek mümkün. Ne ki soruna taraf olan aktörler bazında siyaseten baktığımızda ise bulunduğumuz durum kesinlikle “sürprizlik” tahlil tespit mertebesine çıkmıyor. 2013 Newroz üzerinde geçen iki haftalık zaman diliminde Kürt sorununun nereye evirileceği mihenginde, sanki birkaç on yıl yaşandı etkisi oluştu dersek, bir abartı içinde olmayız.

Neden, ne/neler yaşandı, olay örgüsü nasıl bir döngü işlevselliği kazandı da kamuoyu, çok ama çok geniş bir saha kendini bu meseleyle bağlı kıldı, bu meseleye bağımlı kalmak zorunda kaldı? Bir adım ilerleterek açık ve aleni soralım: Süreç kimlere ne yazar? Sürecin bu yol güzergahında hangi grup, sınıf, devlet aidiyetleri, rejim temsilleri ne kazanacak? Muhalefet, demokratik Kürt hareketi ne kaybedecek?

Newroz Gazetesi; geniş kitleler tarafından okunan bir gazete olmadığı açık, biliniyor. Hem Newroz Gazetesi’nde, yine aynı kulvarda faaliyet yürüten ÖSP (Özgürlük ve Sosyalizm Partisi) aracılığıyla, Kürt/Kürdistan sorununda yaklaşımımız, hiç değilse Kürt siyaset kamuoyunda bilinir. Her zaman, her koşulda ilkesel bir duruşla tarafımızı hiçbir ikircikliğe bırakmadan “kendimizden” yana belirledik. Kendi aramızdaki sorunlara karşı, kriminal ucuzluğuna kaçmadan bizim için doğru olanın, iyi olacağı pozitif belirlemesinde ulusa karşı ulus, sınıfa karşı sınıf perspektifi rehberimiz oldu. Kendi dışımızdaki Kürt ulusal temsiliyetlere, Kürdistan’ın olası özne aktörlerine, ulusal, sınıfsal karakterlerinin hangi sınırda başlayıp, ortak yolculuğumuzun nerede biteceği bilinciyle, dışımızdaki aktörlere, hayatın gerçekliğine bu farkında hesabıyla hareket ettik.

Nihayet, Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’tan AMED’de okunan bildirisine, okunmuş bildirinin kısa zamanda yarattığı etkilere, olası sonuçlarına, olası sonuçların bizi, Kürdistan’ı hangi mecralara götüreceği, hatta sürükleyeceği bağlamında genel geçer ilkesel pozisyonumuzu bozmadan, bütün menfi koşullara rağmen soğukkanlı duruşumuzu muhafaza ederek politika belirledik. Nereden bakılırsa bakılsın, mevzu Kürdistan olunca, üzerinde kalem oynatılan Kürt/Kürdistan sorunu bağlamında, karşımıza BİR KEZ DAHA SÜRECİN NERESİNDEYİZ? Sorusu tüm ağırlığı ile gündemleşiyor.

Özel bir çerçeve oluşturularak okunan Abdullah Öcalan bildirisinin içeriği, amaçları, kimlere hangi mesajlar verdiği hakikaten zaten ağırlığınca değerlendirildi. Bu süreç devam ediyor. Hemen, herkesler görüş belirtti. Meğer A. Öcalan uzmanları, “A. Öcalan’ın bütün külliyetini okudum”cular ne kadar da çokmuşlar, bu vesileyle öğrenmiş olduk. Türlü akil ve akıl verenler mi aslında ilgili bildirinin şu ‘kerati’ öyle değil, bunu açıklar diyenler mi, ısrar ve inatla “bizcileyin” anlamayanlara, anlamak istemeyenlere dön dolaş dil dökenler ne çok, çoklarmış şimdi öğrendik. Kürt halkının, Kürdistan ülkesinin maşukları, sevdalıları ne bitmez tükenmez bir derya imiş, artık cüz ettik.

Sorulmamış, sorulmuşsa da ağırlığı anlaşılmamış bir soru ile başlamanın hepimize aydınlatıcı olacağını düşünüyoruz. 2012 Newroz’u TC devleti/bizatihi hükümetin başı R.T. Erdoğan talimatıyla Amed’de, İstanbul’da, onlarca yerelde zulüm gününe çevrildi. Buna rağmen halklar sokakta Newroz’u kazandılar. Aradan geçen bir yılda ne oldu da hakikaten herkese nasip olmayacak bir mahşeri kalabalıkla PKK lideri A. Öcalan bir tür balkon konuşması yaptı? Dünün “terör başı, bebek katili”, daha bir yıl önce yapılan seçim (2011) reklamlarının ana konusu, Öcalan iken, R.T. Erdoğan vaktiyle iktidarda olsaymış, anında, oracıkta idam edeceği A. Öcalan bildirisini değerli kılan, Newroz özel gününde okunmasını mecbur eden şartlar nelerdir?

21 Mart Newroz’unu, bu sıcak politik atmosferde 1.5 ile 2 milyon gibi dev bir dinamik kitleyi toplayacağını bilmek için uzman, bilmem ne profu olmaya zaten gerek yok. Ancak, Kürdistan taleplerini yüksek bir çıtada seslendiren, onlara sahip çıkan, Kürdistan taleplerini hayatla buluşturma nazariyesinde dinamik kılan, kitle hareketinin iç devinimleri, bilinci hangi potansiyel tehlikeleri içerdiğinin de bilinmesi gerektir. Bu öz doğrucu bilgiye rağmen PKK lideri A. Öcalan’ın balkon konuşması, özgül ve ayırıcı özeliklerden dolayı yapıldı. Özgül ve özelikli hassasiyetleri sıralarsak;

1- Bilgi dağarcığımızda olması gereken “tarihsel blok ittifakı”nı hatırlatma zamanıdır. T.C iç bünyesinde, egemen klik/burjuva ittifakı bir süre önce kotarmıştı. Dünün asker, bürokratik bonapartist diktatörlük, yeni ittifaklarıyla geniş bir devlet teşekkülü oluşturduğu da bir realitedir.

Global kapitalist üretim mekanizmasında ilk 16-14 büyük ekonomik güç olan T.C yeni emperyal alanlar açmak durumunda. Kürdistan kentlerinde, Antep, Adıyaman, Şırnak ve hepsi “ulusal stratejik istihdam” alanları olarak belirlenmişse, düşük yoğunluklu savaşın sürdürebilirliği miadını doldurmuş demektir.

Batı Kürdistan, Güney Kürdistan coğrafyasında fışkıran yüksek kalitede petrol rezervleri, genç, dinamik nüfuzun dolaşıma sevk edeceği enerjik atraksiyonlar, yaratacağı canlı, direkt üretim, Fırat ile Dicle, bu iki büyük nehri besleyen onlarca tatlı su kaynakları T.C’nin ağzını sulandırmıyor, köpürttürüyor.

2- Kuzey Afrika halk ayaklanmalarının Suriye denklemi, emperyalist-kapitalist şeytanların iradelerine rağmen, Rojava/Batı Kürdistan’da, özgürlükçü, kendi kaderini belirleme yolunu da açan bir ikili iktidar dinamiği yarattı. ABD, Batı Avrupa, Katar, S. Arabistan, Türkiye’nin de içinde bulunduğu sömürgeci, kirli ittifak Suriye ayağında artık bataktadır. Ne ki sömürge siyasetinin batağa saplanmış olması zaten sorunken, burada öne çıkan Kürt dinamiğinin yapacağı ataklar yeni, denenmemiş taktikleri, yeni baştan strateji oluşturmaları dayatıyor. Maazallah!.. beterin beteri kapıya dayanmışken tez elden çözüm şart oldu.

3-Birleşme potansiyeli açığa çıkan Yakın-Doğu, Kürdistan bilinci, geçmiş 100 yıllık haksızlığa galebe çalıyor. Kürdistan birleşik bilinci bir kez daha emperyalist ittifakları sahamızda ilgi yoğunlaşmasına sevk ediyor. Bu tespit üzerinde Kürdistan’ın kuzeyinde sükunet devletin olmazsa olmazları sıralamasının ilklerinde oldu.

4- 30 yılı aşkın süredir devletin zulmüyle paralel giden savaş beri tarafta önemli bilinç yoğunlaşmaları ister istemez oluştu. Bu ise ulusal bilinçte çıtayı yükseltti. Gelinen aşamada Kürdistan sorununda “sönümleme” bir ihtiyaç oldu. Sorunu özünden, asıl kimliğinden izole etmek şart oldu. Diğer tarafta devlet aklı, 30 yılda yapamadığını yapabilme, çözebilme yetenek ve gücüne malik olmadığını bilir durumdadır.

5- Devlet, sistemin partileri, özelikle son seçimlerden sonra Kürdistan coğrafyasıyla herhangi bir ilişkileri, gerekirlikleri tükenmiştir. Kürdistan ülkesinde işbirlikçi, Kürt burjuva temsilini saymazsak, sadaka kültürünün en revaçta olduğu Kürt illerinde bile AKP, R.T. Erdoğan lüzumlu bir malzeme olmaktan çıkmıştı.

Beş maddeyle sıraladığımız sınır içi nedenler kadar, T.C devletinin dış politika argümanlarının çoktan çöktüğü artık sır değil. İstisnasız bütün komşularıyla kavgalı, politik strateji belirleme hakemi İsrail ile riyakar pazarlık payını düşerek ağır sorunlar yaşayan bir devlete, sıra dışı, şaşırtıcı atraksiyon gereklilik kazanıyor.

Bu minvalde A. Öcalan tam da bu politik dehşet dengesinde, devrimci duruma özne potansiyeli taşıyan kitle dinamizmiyle buluştu. Başımıza ihtiyacın kat be kat üstünde strateji profesörü, Öcalan uzmanı, Kürdistan analisti, büyük taktisyen yağıyorken fazla incelik absürt kaçar! Mesela bu sorunda ulusa karşı ulus, sınıfa karşı sınıf hatırlatması en uzağımızda olması gereken kelimeler olsa gerektir. Ne acıdır ki sınıf, ulus, devrimci dinamik lafzı solda artık tedavülde değil. Öcalan’ın kitle seferberliğini İsrail’in artık gerekirliliği, gündemi kalmamış “özrün” izlemiş olması mutlaka not düşmeliyiz. Daha sonra İsrail başbakanı Netanyahu, özür dilemiş olmalarının arka gerekçesini açıklamış olsa da içinde bulunduğumuz durumun nazikliğine dikkat çekmek durumundayız. Netanyahu’nun “Suriye’deki durumdan dolayı –şimdilik- özür diledim.”, açıklamasının bizatihi ağır derecede hakaret olsa da geçelim.

Uluslararası güç dengeleri, politik yaşamın içkin mecburiyeti artık yakın akrabadır. Konuşmakta olduğumuz Kürdistan mevzunda, iç dengeler hesabı bu tabloyu tamamlayan bir öğe olarak öne çıkarılmalı. T.C devlet/sisteminin demokrasiye bırakalım geçmeyi, kırıntıda bile ilişkiye geçmeyeceği kesindir. Ancak; yeni devlet/sistem tarihsel blok ittifakında burjuvazinin üzerinde anlaştığı R.T. Erdoğan’ın devlet/sistem lehine hesaplarını es geçme lüksüne sahip değiliz. Kütle, kitlelerin nasıl bir reaksiyon gösterecekleri şimdilik belirsizliğini korumuş olmasına rağmen, yaşamakta olduğumuz sıcak ve yakın dönemin bu tarafıyla da bağını kurmak gerekiyor. Mesela Kürdistan coğrafyasıyla izafi barışıklık sağlanmalı. Bu makale yazılırken AKP mebusları çoktan Diyarbakır yollarını tutmuşlardı.

Etkin ve kalıcılık isteniyorsa, burjuvazinin soldan aparttığı ideolojik hegemonya devreye girecek. Çünkü ideolojik hegemonya, burjuvazinin, devletlerin kirli bilgiden, riyakar olana, toplum mühendisliğinin vazgeçilmez kanlı reçetesidir. Örneğin asla ve kat’a istemeyiz. Ama ideolojik hegemonya; her seferinde yüzlerce kayba neden olacak onlarca operasyonel faaliyetin yapamadığını yapabilme gücüne sahiptir. Öncelikle şahsınızda idolleştirdiğiniz ideolojik hegemonyanın üzerinize boca edeceği enformasyon kolayca atlatılacak bir badire değildir. Kitlelerin inanç, bağlı olmak, kitleler nezdinde idol, kitlelerin kendisini hayatla yeniden yaratması, buluşturması tezahürüdür. Din, ahlak, başka şeyler geniş kütle ilişkilerini, kitle yabancılaşmasını hafifleten illüzyonlardır. Bütün bunların toplamında topluma salınacak akıl tutulması irade dışı, koşullara, yerine göre vebadan bile tehlikeli bir bulaşıktır.

Özelikle, öncelikle bildirinin bizce içeriği nedir, nasıl okunmalı arkalamış olmamızın nedenlerini, yukarıda bağlam içinde önemsiyoruz. Görünür olan nedir sorusunun en azından bilgilerimiz ışığında bir karşılığı yok. Ödenmiş ağır bedeller somut ve halen can acıtıyorken, Kürdistan ülkesi, coğrafyamız büyük bir yağma, talanla halen karşı karşıya iken Kürdistan, demokrasi lehine görünür olan, mevcutlu olan nedir sorusu ağırlığını koruyor.

Devam edeceğiz. BDP ittifaklı HDK (Halkların Demokratik Kongresi) sol/sosyalizm olduğu iddiası var. Devlet/sistem; herhangi bir somut belirtisi olmayan, soyut “barış” propagandasını HDK’ye havale etmiştir. Okunan bildiriyi ele alacağız. Bildiriden murat edilen nedir, halklara, Kürdistan’a getirecekleri, kazandıracaklarını/Kürdistan mücadele dinamiklerindeki olası zayiatını, mazruf mu zarf mı tartışacağız. Diyeceklerimiz var, önemlidir. Ancak, bildirinin okunmuş zaman ve gerekçelerini, bildiri sonrası izlenen yol haritasının tehlikeli virajlarına dikkat çekmeyi daha da önemsiyoruz.

Sağda, solda ikbal avcılarının kol gezdiğini biliyor, görüyoruz. BDP grubunda Karl Liebknecht, Rosa Luxsemburg beklentimiz hiç olmadı. Fakat bir beklenti içinde olmayışımız BDP grubunu MİT ile Öcalan mektuplarının postacısı yarışmalarına katılmış, bıyığı anca terlemiş tazeye, toyluğa itirazımız var. Bizim cephemizden bildiriden önce, yazmaya çalıştığımız can alıcısı somut veriler öne çıkmalı. Bildiri sıraladığımız gerekçelerle ilişkisinde yerini de müstahakını da bulacaktır. Yine de belirtmeliyiz: Bildirinin amacına doğru, maalesef hızla yol alındığı bir realitedir. Devam yazımızda, gazetenin normal zaman aralığını beklemeden, bildiriye neden karşı olduğumuzu, olması gerekenleri yazacağız.

Bu yazı bazında, sorumluluk ve vicdan her türden ikbal avcılığından önce gelmeli. Coğrafyamızda en küçük köylerde, mera yerleşimlerinde toprağa düşenler yatıyor. Roboski; kaskatı gerçekliği ile bizi gözetliyor. Helalleşmek isteyenlerin Dersim’e, Munzur’a hangi iç rahatlığı ile bunu yapacaklarını sorgulamanın gerekleri, gerekçe zemini tükenmiş olsa gerektir. Sormuyoruz.

Biliyoruz, ulusal mücadelede, sınıf mücadelesinde kartlar yeniden karılacak. Ön gününde olduğumuz süreç bu bağlamda değerli donelerle yüklüdür. 05.04.2013

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir