Öcalan’ın “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete” çağrısını doğru buluyoruz. Müzekkere devam etmelidir. Ama Kürt sorununun çözümüne dönük müzakere K. Kürdistanlı tüm güç ve eğilimlerin içerisinde yer aldığı bir heyetle sürdürülmelidir. T. Atmaca

 

Yeni bir süreç mi dediniz?

T. Atmaca

21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz’unda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın okunan mektubu ile başlayan süreç bir gerçekliği bir kez daha ortaya koydu. Okunan mektupla birlikte Türkiye’li aydınların, sol, sosyalist hareketinin Kürt/Kürdistan hareketine bakışı bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.

Onlarca yıldır Türkiye sol, sosyalist hareketi Kürt/Kürdistan sorununa Misak-ı Milli çerçevesinde bakmıştır. Hala da böyle bakmaktadır. Bu bakış açısı Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’unda okunan mektubu karşısında adeta mutluluktan mest olmuştur. Mektuba alkış tutmuş ve methiyeler düzmüştür/ düzmeye de devam ediyor. Mektuba yönelik eleştirilere ise hiç mi hiç tahammülleri yoktur. Siz mektubun içeriğini eleştirmeye kalktığınızda hemen sizi “savaş taraftarı” olmakla, “süreci sabote etmekle” yaftalıyor/suçluyorlar.

Kuşkusuz komünistler olarak bizler de Öcalan’ın “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete” çağrısını doğru buluyoruz. Ama bu çağrı doğru diye, Diyarbakır Newroz’unda okunan mektubun içeriğine dair hiçbir şey demeyeceğiz, anlamına gelmemeli. Çağrının doğru olması mektubun içeriğini eleştirmemek anlamına gelmez. Hele hele mektubun içeriğini eleştirmek, “savaş istemek” ve “süreci sabote” etmek anlamına hiç gelmez. Ama Diyarbakır Newroz’undan sonra, gerek hükümet ve gerekse yazılı ve görsel medya eliyle öylesine bir hegemonya yaratıldı ki mektubun içeriğini eleştirmek sizi hemen “savaş taraftarı” ve “süreci sabote etme” noktasına itiyor. Zaten siz daha ama demeden hemen karşınızda ki gardını alıyor. Sizi konuşturmamaya çalışıyor. Oysa mektubun içeriğiyle ilgili söylenmesi gereken çok şey var. Hele hele Kürt/Kürdistanlılar acısından.

Mektupta eleştirilecek noktalara geçmeden önce bir şeyin daha altını çizmek gerekiyor. Birçok insan mektupla Öcalan’ın “Türk tarafına seslendiğini, onları ikna etmeye çalıştığını” belirtiyor. Hemen belirtmek gerekir ki, Kürt/Kürdistanlıların Türk halkını ikna etmek diye bir derdi yok/olmamalı. Ya da ‘Türk halkını ikna et, sana haklarını versinler’ demek aslında Kürtlere yapılan başka bir haksızlıktır. Çünkü bugüne kadar devam eden durumun müsebbibi Kürtler değil ki, bu durumdan onlar sorumlu olsun. Kürt/Kürdistan halkına karşı her türlü imha, inkâr, asimilasyon vb. geliştiren ve bunu sistematik bir şekilde uygulayan Türk devletinin kendisidir. Bu anlamıyla Kürt/Kürdistanlıların kimseyi ikna etme diye bir derdi yoktur/olmamalıdır.

Öcalan’ın 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz’unda okunan mektubundan sonra gerek Türkiyeli liberaller, gerek sol, sosyalist hareket yukarıda da belirttiğimiz üzere mutluluktan mest olmuştur. Öyle ki bir bütün olarak kimi istisnaları dışında bırakırsak kimse mektuba karşı en ufak bir eleştiri bile dile getirmiyor. Hatta bunu yapanları “savaş” istemekle itham ediyorlar.

İşte kimi yaklaşımlar;

“Kürt halkının ortaya koyduğu irade desteklenmelidir.”(EMEP)

“Bu sürece ve barışa tereddütsüz evet diyoruz.” ÖDP)

“Öcalan’nın mektubunun arkasındayız”(SDP)

“Tarihsel öneme sahiptir.” (Cevat Öneş-Açık Görüş, 31 Mart 2013)

“Cumhuriyet’in ilanı kadar önemli” (Halil Berktay-Taraf , 27 Mart 2013)

“Silahlara veda için bile koşul sunmayan, Türkiye’nin demokratikleşmesi dışında bir hedef koymayan …”( Eyüp Can- Radikal, 30 Mart 2013)

“Ortadoğu Devrimi 21 Mart 2013’te başladı” (Demir Küçükaydın)

Bütün bu yaklaşımları daha da çoğaltabiliriz. Ama salt bu yaklaşımlardan anlaşılacağı üzere herkes bir koro halinde desteğini açıklıyor. Hatta düne kadar her fırsatta müzekkere sürecini eleştiren Taraf yazarı Emre Uslu bile 27 Mart 2013 tarihli makalesinde “Sürece destek zamanı” başlığını atıyor. Kimileri ise mektubun içeriğinden çok AKP karşıtlığı üzerinden karşı çıkıyor. “AKP hiçbir sorunu çözemez, kendisi başlı başına bir sorundur. Kürt sorununda çözüm yalanıyla gerici, piyasacı ve Amerikancı bir zihniyete onay verilmemelidir.”(TKP)

Mektubun içeriğine yönelik kimi eleştiriler

1- Kuşkusuz Kürdistan’lı komünistler olarak yukarıda da belirttiğimiz gibi “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete” çağrısını doğru buluyoruz. PKK’nin bu çağrı çerçevesinde hem iç hem de dış siyasette “demokratik siyaset” tarzını geliştirmesinin Kürdistan ulusal demokratik siyasetin bir kazanım olacağını düşünüyoruz.

2- Öcalan’ın mektubunda belirttiği halkların “dost” ve “akraba” olmasını ve birlikte yaşamasını komünistler olarak savunur ve destekleriz. Ama bunu savunur ve desteklerken öncelikle; Kürt/Kürdistan coğrafyasının önce ikiye sonra dörde bölünüp, parçalanmış olma gerçeğini göz önünde bulundurarak kendi içinde bir birlikteliğin elzem olduğunun altını çizmek gerekiyor. Tam da Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilirken ve tarihsel olarak Kürt/Kürdistan coğrafyası birlik yönünde bu kadar bir birine yakınlaşmışken, bunu bir tarafa atıp diğer komşu haklarla kardeşliği tarif etmek nereden bakarsak bakalım problemlidir. Öncelikle Kürtlerin kendi iç ilişki ve geleceğini tarif etmek gerekmiyor mu? Tabii ki bu Türkiye aydınları, sol, sosyalist hareketini ilgilendirmiyor. Ama Kürt/Kürdistanlı hareketleri dün olduğu gibi bugünde çok yakından ilgilendiriyor.

3- Öcalan’ın çağrısında “Bugün (21 Mart 2013) artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz” belirlemesi doğru değildir/yanıltıcıdır. Bu Türkiye’nin bölgede küresel güç olması açısından böyle olabilir. Ama Kürt/Kürdistan halkları için böyle değildir. Doğru da değildir. Türk devleti için böyledir. O yüzden “Cumhuriyet’in ilanı kadar önemli” (Halil Berktay- Taraf,27 Mart 2013), “tarihsel öneme sahiptir.”(Cevat Öneş-Açık Görüş,31 Mart 2013) diyebiliyorlar. Ama bu Kürt halkı için, küresel ve bölgesel sermayenin ağır sömürüsü altında ezilen sömürülen Kürdistanlı işçi ve yoksullar için Kürt kadını ve gençleri için, onun da ötesinde Türkiye emekçileri için böyle değildir.

4- Öcalan çağrısında “İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları” diyor. Oysa işgalci ve sömürgecilerle aynı ortak dini paylaşmak tarih boyunca her defasında Kürt halkına pahalıya mal olmuştur. Olmaya devam ediyor. Denildiği gibi “Yaşadıklarından ders çıkarmayanlar, onu tekrar tekrar yaşarlar” bugün de aynı şey çağrıyla bir kez daha Kürt/Kürdistan halkının önüne çözüm olarak sunuluyor.

5- Öcalan çağrısında, “Çanakkale ruhu”, cumhuriyetin kuruluşunda ki “ruh” ve “Misak- ı Milli sınırlar”ına atıflar yapıyor. Atıf yapmakla kalmıyor “Misak- ı Milli sınırlar”ını genişletiyor. İşte Türk tarafının, aydınların, liberallerin, sol ve sosyalistlerin en fazla hoşuna giden taraf burası. Çünkü onlar zaten hiçbir zaman Kürdistan’ı ayrı bir coğrafya olarak görmediler. Kürdistan onlar için yoktu. Misak- ı Milli sınırları onların kutsalıydı. Eğer bununla ilgili bir şey söyler ya da ima edersen sen onların nezdinde “bölücü”sün. Hepsi ağzını açtığında “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” der. Ama sen Kürdistan dediğinde hemen hepsi gardını alır. E kolay değil Kürt hareketinin en büyük gücü bile “Misak-ı Milli sınırlar”ına bir şey demiyor. Hatta onu genişletip, savunuyor. Sen kim oluyorsun.

Öcalan çağrısı ile Türk Milli Mücadelesi’nin “daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini” sunması kendine sosyalistim, komünistim diyenlerin asla kabul etmemesi gereken bir nokta. Ama maalesef Türkiye sol, sosyalist çevrelerinin büyük bir çoğunluğu Kemalizm’den beslendiği için bunu reddetmeleri pek mümkün değil. O nedenle de hepsi büyük bir mutluluk içerisinde çağrıya alkış tutuyorlar. Ve çağrının içeriğini eleştirenleri ise belirttiğimiz gibi “süreci sabote etmek” ve “savaş” taraftarı olmakla itham ediyorlar.

Sonuç olarak; Öcalan’ın “Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete” çağrısını doğru buluyoruz. Müzekkere devam etmelidir. Ama Kürt sorununun çözümüne dönük müzakere K. Kürdistanlı tüm güç ve eğilimlerin içerisinde yer aldığı bir heyetle sürdürülmelidir. Çünkü bir tek kişi, bu kim olursa olsun bir ulusun kaderini belirleyemez. Kuşkusuz Öcalan’ın da görüşleri alınmalı. Ama bir ulusun geleceğine dair (müzakere) adımları ancak ulusun tamamını temsil eden bir heyet yürütmelidir. Müzakerede üzerinde durulması gereken noktaların; Kürtçenin resmi dil olarak kabulü, anadilde eğitim, siyasi statü ve Kürt/Kürdistan adıyla örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması… gibi taleplerden oluşması gerektiğine inanıyorum. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir