ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek

Yoldaşlar Temmuz 2016 Parti Meclisi toplantısına hoş geldiniz!

Önemli bir gündemle bir araya gelen PM toplantısının başarıyla sonuçlanmasını diliyoruz.

Öncelikle, Kürdistan’ın dört parçasındaki ulusal özgürlük ve sosyalizm uğruna mücadele eden savaşçıları ve küresel kapitalizmin emek düşmanı saldırılarına direnen uluslar arası emek hareketini saygıyla selamlıyoruz.

Fransa’da gerçekleşen terör saldırısı nedeniyle savunmasız sivil 84 insanın ölümü ve 100’ü aşkın insanın yaralanması nedeniyle Fransa halkına başsağlığı yaralılara şifa diliyoruz.

Aynı ulustan aynı İslam inancından olan ama sırf mezhep ayrılığı nedeniyle birbirinin çarşı-pazar hatta camilerini bombalayacak kadar insanlıktan çıkan kör terörü lanetliyoruz. Haseke, Bağdat, İstanbul hava limanı ve son olarak Fransa’nın Nice kentinde yaşamını yitirenler nedeniyle Kürdistan, Irak, Türkiye ve Fransa halklarına baş sağlığı diliyoruz.

Geçen Nisan ayı Diyarbakır toplantısından bu yana Kürdistan, bölge ve küremizde önemli gelişmeler yaşandı. Elbette parti olarak önemli örgütsel meselelerimiz de var ve bunlar gündemimizde yer alıyorlar.

Toplantımızı darbe girişimi sürecinin basıncı altında yapmaktayız. Darbeye ilişkin biraz önce parti açıklamasını yaptık. Tutumuz net darbeye karşıyız ama bir o kadar da polis devletine karşıyız.

Bu PM toplantısının, esas olarak üç gündemi bulunuyor: Bir, örgütsel sorunlarımız. İki, Program, Tüzük, federasyon- bağımsızlık ve İsim değişikliği ile bağlantılı Kürdistan komünistlerinin birliği ve pratik çalışma programının belirlenmesi.

3.Mali durum ve kampanyanın örgütlenmesi.

Bölgede savaş halkların ve emeğin yararına değil!

ABD, Rusya ve Fransa’nın uçak gemilerini Akdeniz’e gönderme kararını almaları, Ortadoğu ve Suriye üzerindeki egemenlik kavgasının beklenenden daha ağır yaşanacağını gösteriyor. Taraflar buna uygun savaş pozisyonunu güçlendirirken ittifak ve uzlaşma arayışları da şaşırtıcı hızla ilerliyor.

Batı ve Doğu eksenlerinin sahadaki müttefikleri netleşiyor. Batı, Irak ve Suriye’de ağırlıkla Kürdistan ulusal güçleriyle ortaklaşırken, Şii ve hatta kısmen de Sünni Araplarla aradaki mesafenin açılmakta oluşunu şimdilik göze alıyor. Musul operasyonuna Peşmergenin etkin katılımının hedeflenmesi ve Güney Kürdistan ile ABD’nin savunma anlaşması imzalaması gibi gelişmeler bunun ciddi işaretleri.

ABD ağırlıkla Kürtler üzerinden oyunu kurarken, Arapların da elini bırakmıyor fakat IŞİD sonrası olası bir Kürt Arap çatışması durumunda Batının hem Kürt hem Arap elini aynı anda tutması zor. Rusya, İran (Doğu ekseni) ise iki ülkede de Şii ve Nusayrileri esas alarak egemenlik sahalarını genişletme çabasındalar.

Demek ki ufukta barış gözükmüyor. Bizler Afganistan, Mısır, Ukrayna üçgeninde ufukta barışın gözükmediğini bilerek ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelemizi sürdüreceğiz.

Kürdistan’da ulusal ittifak kendini dayatıyor.

Kürdistan’da mevcut siyasal koşullarda halkımız/halklarımız lehine doğan fırsatların yanı sıra önemli engeller de varlığını koruyor. Bir taraftan parçalarda bağımsız devlet ve federasyonlaşmada önemli hamleler geliştiriliyor. Aynı süreçte başta İran, Türkiye, Irak, Suriye gibi işgalci ve statükocu güçler birden fazla müdahale ile engelleme yoluna gidiyorlar. Özelikle İran ve Türkiye sadece işgal altında tuttukları parçada mücadeleyi ezmekle yetinmiyor yanı sıra bölge düzeyinde Kürtler lehine her olumlu gelişmeyi anında engelleme çabasındalar.

İran, halkımızın kazanımlarına içerden ve dışarıdan yoğun saldırılar geliştiriyor.

İran mevcut bölge statükonun devamı için savaşıyor eğer illa da statüko değişecekse “benim çıkarlarım doğrultusunda olmalı” diyerek Doğu eksenindeki duruşunu koruyor. Batı ile yakınlaşmayı da bu stratejide sürdürüyor. Kısacası İran, özgürlük mücadelesinde halkımızın kendini koruması gereken esas düşmanıdır.

İran, Doğu Kürdistan’da yeniden hareketlenen özgürlük mücadelesini idam ve katliamlarla ezmekle yetinmiyor. Güney Kürdistan bağımsızlık adımlarını etkisiz kılmak için dışarıdan “vurur, ezerim” tehditlerinden daha önemlisi içerden tam bir dalga kıran olarak uğursuz faaliyetler geliştiriyor. Aynı İran, Batı Kürdistan’da “destekliyorum” görünümü altında tam da şeytani taktiklerle Kürtlerin kazanım elde etmelerini engelleme çabasında.

Türkiye komşularıyla yakınlaşmayı, Kürt karşıtlığı üzerinden geliştiriyor.

Türkiye’de içerde halkımıza kan kusturmakla yetinmiyor, diğer parçalardaki ulusal özgürlük mücadelesini istikrarsızlaştırmak için İran benzeri faaliyet içerisinde. Sınır ötesine müdahalenin fırsatını ararken hedefte Rojava var. Yanı sıra Kürt siyaset kadrosuna sınır ötesi suikastlara yöneldiğinin haberleri de geliyor.

Güney Kürdistan’daki gelişmelere, Rojava’ya ABD, Fransız, Alman özel kuvvetlerinin yerleşmesi Doğu Kürdistan’daki ulusal mücadelenin son aylarda yeniden güçlenmesi eklenince, sadece Türkiye değil İran ve Rusya’da ciddi rahatsız oluyor. Bu gelişmeler İran-Rusya-Suriye eksenini iyice perçinlemekle kalmadı Türkiye’nin Doğu eksenine yaklaşmasını da tetikledi. Kürdistan’daki gelişmelerin basıncıyla tükürdüğünü yalayarak Rusya ve İsrail ile yeniden anlaşması, Mısır hatta başbakan Yıldırımın Suriye ile “ilişkileri düzelteceğiz buna ihtiyacımız var” açıklaması bunun ilk işaretleri.

Kısacası gelişmelerin etkisiyle, resmiyette Batı (NATO) ittifakının etkin gücü ama gönlü Doğu ekseninin yani statükoyu savunan Rusya-İran-Suriye ittifakının başarısından yana olan Türkiye hızla Doğu ekseni güçleriyle yakınlaşıyor.

Bölgede Kürtlerin de artık ağırlık merkezlerinden biri olacağı siyasal denge oluşuyor

Bölge siyasal haritasında, Kürtler ve Kürdistansız siyaset denklemi kurulmayacağı gerçeğini gören herkes Fars, Türk, Arap gibi aktörlerin yanı sıra Kürtlerle de ilişkileniyor. Öyle ki statükonun değişmesini savunan Batı güçleri kadar statüko bekçileri Rusya, İran (Doğu ekseni) gibi güçler de bağlantı kuruyor.

Elbette Batı gibi Doğu ekseni de emperyalist olup kendi çıkarlarının peşindeler. Aradaki fark, ABD (Batı) emperyal çıkarlarını Asya özelde Ortadoğu’da yeni devlet ve sınırlarda görürken, Rusya liderliğindeki Doğu emperyalist güçleri ise çıkarlarını mevcut sınır ve statükonun devamında görüyorlar. Bu nedenle bağımsız Kürdistan’ı hedefleyen ulusal hareketin çıkarları bugün esas Batı ekseni ile örtüşmektedir. Ki

emperyalist Batının Güney ve Rojava Kürdistan’ındaki askeri üsleri de; Malatya, Batman ve İncirlik askeri üslere alternatif olup Türkiye’ye olan bağımlılık azaltılmak hedefi kadar İran’a da mesajdır.

Bu şartlarda tarihlerini, geleceklerini arayan halkımızın bağımsız Kürdistan hedefi öncelikle Kürt siyasetinin rolüne, ikincil olarak sınırların yeniden çizimini hedefleyen güç dengelerine bağlı. Demek ki esas mesele Kürt siyasetinin ne yapacağıdır.

Öncelikle iki zayıf halka olarak Güney ve Batı Kürdistan parçalarının durumu kritiktir. YNK ile Goran’ın yakınlaşması hatta olası birliği, Kürdistan siyasetine iç dengenin gelmesi ve ulusal birliğe hizmet edecekse desteklenmeli. Barzani ailesinin başkan, başbakan mevkilerini sürgit elde tutması savunulamaz ki kendileri de savunmuyorlar. Ancak PDK üzerinden geliştirilen bağımsızlık karşıtlığı üstüne üstlük İran parmak izlerini taşıyorsa halkımızın davasına zarar verecektir, karşı çıkılmalıdır. Bağımsızlık ve Kerkük meselesinde YNK’in yaşadığı karar içerisinde kararsızlığına; Goran’ın bir ileri iki geri tavrına; PDK’nin iç siyasette hegemonik tavrına; PKK’nin bağımsız ulus devlet istemiyorum ısrarına karşı Kürt ulusal demokratik hareketi ortak tutum almalı.

Mesele “Kurme dare ne ji dare be dar kurme nabe”  misali siyasetimizin kendisinde odaklanıyor. Kürdistan’ın tarihsel trajedisini oluşturan dörde parçalanmışlık nedeniyle Kürt partileri; “düşmanımın düşmanı dostumdur” siyasetini tümüyle aşamasalar da, parçalar arası ulusal birliği Ulusal Kongre perspektifinde geliştirirlerse bölge devletleri ile ilişkilerini birbirlerinin karşıtlığa dönüşmeyi engelleyebilirler, engellemelidirler.

 

Kapitalizmin saldırılarına karşı küresel emek hareketi güçlü tepkiler vermelim ı

Fransa ve Belçika’da emekçiler Mayıs, Haziran aylarında güvenlik güçlerinin engelleme rağmen meydanları, caddeleri doldurdular. Niye?

Sermaye ve siyasal iktidarları, işçilerin uzun tarihi süreç içerisindeki kazanımlarını ortadan kaldırmak için son yıllarda saldırıya geçtiler. Fransız sermayesi ve hükümeti,12 saatlik çalışma yasasının önünü açmak başta olmak üzere yeni çalışma yasası ile Ortaçağ karanlığını işçilere dayattı. Esneklik adı altında işçileri piyasanın acımazsızlığıyla yüzyüze bırakmak istedi.

İşçiler, “esnek çalışma” adı altında işten çıkarılmayı kolaylaştıran, çalışma saatlerini uzatan ve toplu sözleşme düzenini ortadan kaldıracak olan iş yasa tasarısına karşı grev ve gösteri hakkını kullanarak yeni kölelik yasasına “hayır” dediler! Bu mücadeleyi selamlıyoruz.

Sömürge imparatorluğu torunlarının, “yaşasın bağımsız İngiltere” demeleri, Kürdistan’da “devletsizlik” tezini savunanları düşündürmeli.

Birleşik Krallık, 23 Haziran referandumu ile AB’den az farkla da olsa ayrılma kararını verdi. Zaten AB birçok açıdan büyük sorunlarla yüzleşmişti ki şimdi sorunların daha da ağırlaşacağı açık.

Gelen referandum sonuçlarına göre; İskoçlar açık farkla, Kuzey İrlanda ve Londra merkezi ise az farkla da olsa AB’den kalma yönünde oy kullanırken, Londra hariç İngiltere ve Galler’in ise az ağırlıkla ayrılma yönünde oy kullanmaları ilginç oldu. İngiltere ve Galler yanı Birleşik krallığın egemenleri AB’den ayrılma yönünde, işgal altında tutulan İskoçya ve Kuzey İrlanda ise ağırlıkla kalma yönünde karar verdiler.

“Ayrılalım” diyenlerin dertleri siyasal bağımsızlık değil. Dertleri, yüzyıllarca Asya, Afrika, Amerika halklarının kaynaklarına el koyarak anavatanlarına taşıdıkları zenginliği paylaşmamak!

Dün sırtına binerek büyüdükleri, bugün yabancı görüp düşmanca baktıkları halklardan kurtulmanın, kitlesel göç dalgasının önünü kesmenin yani bencilliklerinin, ırkçı davranışlarının bağımsızlığını ilan ettiler!

Yüzyılların emperyalist İngiltere’si gerekçesi ne olursa olsun bağımsızlık ilan ettiyse bu durumda herkes bir anlık kendini devletsiz milyonlarca Kürdün yerine koysun. Ulus devleti yaşamamış, yıllardan beri devletsizlikle imtihanın ağır bedelini ödemiş; üstüne üstlük, Kürdistan coğrafyası işgalci devletler yetmiyormuş gibi yeni işgalci güç olarak IŞİD terör örgütünün tehdidi altındayken, halkımıza devleti “yanlış” görmenin veya “zamanı geçti” demenin bugün teorik ve pratik karşılığı yoktur.

Yüzyılların emperyalist devletinde AB’den ayrılma kararı üzerine “yaşasın bağımsızlık” nidaları yükseltilirken, bağımsız Kürdistan devleti halkımız için hak olmanın ötesinde zorunluluk olarak da kendini dayatıyor. ÖSP olarak Güney’in bağımsızlık ve Rojava’nın federasyonlaşma hedeflerini destekliyoruz.

Suriyeli mülteciler ve vatandaşlık meselesi

Suriyeli göçmen kitle keyfi olarak evini-ülkesini bırakarak buraya gelmiş değil. İradesinin dışında çıkan savaştan canını kurtarmak için kaçarak geldiler buraya. Bu insanlara ne CHP, MHP gibi ırkçı yaklaşabiliriz ne AKP gibi Türk İslam sentezi güzüyle batabiliriz ne de “bunlar nereden geldiler ekmeğimize-aşımıza ortak oldular” bencil yaklaşamayız. Milyonları bulan göçmen kitlesinin ezici çoğunluğu işçi emekçi olarak sınıf kardeşlerizidir.

AKP’nin ırkçı mühendislik hesaplarla Antep, Urfa, Mardin’de yanı Kürdistan’ın diğer parçalarıyla sınır oluşturan kentlerimiz ile Alevi halkımızın yoğun yaşadığı yerlerde nüfus yapısını değiştirme hesapları var. Buna dönük her adımın karşısında yer alacağız. Erdoğan’ın Suriyelilere vatandaşlık verme meselesinde yukarıda belirttiğimiz hesapların yanı sıra başkanlık ile partisine oy hesabı da bulunuyor.

Bunlardan hareketle ÖSP olarak biz Suriyeli göçmen halka vatandaşlık verilmesinden yana mıyız yoksa karşı mıyız ikilemine kendimizi sıkıştırmamalıyız.

Öncelikle, zorunlu olarak buraya gelmiş göçmen halkın konut, sağlık, eğitim ve beslenme gibi en insanı talepleri derhal karşılanmalıdır.

İkincil olarak da, Suriye’de savaşın son bulması ve zorunlu göç edenlerin kendi ülkelerine-evlerine özgürce dönmesinin koşullarının oluşmasını savunmalıyız. Özgür dönüş koşulları oluşursa dönmek isteyen döner, istemeyen dönmez. Kimseye zorla dönüş dayatılamaz.

Savaş uzadı ve dönüş koşulları yoksa bu halka kapı gösterilemez en başta mülteci statüsü verilmeli ve vatandaşlığa geçmek isteyenler armut seçer gibi seçmeden kabul edilmeli.

İç siyaset;

Kentlerde ki barikat çatışmaları sürecinde devlet güvenlik güçlerinin ulusal mücadelesinin kalesi olan Urfa-Amed-Hakkari üçgenine yeniden yerleştiler. Türk Ordusu, Silvan’a tankların girişinden beri Kürdistan meselesi esas olmak üzere siyaset üzerinde yeniden vesayet kurdu. “İç düşmanlarla savaştayız” diyen asker ve polisin istediği tüm yasaları “terör ve çatışma var” bahanesiyle Hükümet çıkarttı. Örneğin:

Hükümet “operasyon kolaylığı ve koruma zırhı” tanıyan tasarıyı TBMM’ye sevk etmekle “TSK’ya “önleyici vuruş” ya da “terörü önleyici operasyon” adı altında yapacaklarının önünü tamamen açtı. Askerin görev sırasında işledikleri suçları “askeri suç” kapsamına alarak sivil mahkemeler yerine tekrar askeri mahkemelerde yargılanmalarının önünü açtı. Terörle mücadele operasyonlarında hakim kararı olmadan sadece birlik komutanının yazılı emriyle asker istediği konut, işyeri, kamuya açık olmayan kapalı alanlara operasyon yapılabilecek. Hatta yönetmenlikteki değişiklikle, MİT’e “görevlerin ifası amacıyla’ satın aldığı silah, araç gibi ‘taşınır mallar’ı ‘kayıt altına almama’ ve bunların giriş-çıkışlarında işlem belgesi düzenlememe” yetkisini verdi. Ve de önemlisi artık “Kamu atamaları MİT soruşturmasına” tabi tutulacak.

Tüm bunlarla ülkemizde ve sınır ötesinde yeni faili meçhullere dönüşün kapısı yeniden açıldı. Nitekim DBP Şırnak il yöneticisi Hurşit Kütler iki aya yakındır gözaltında kayıp. Sınır ötesi suikast iddiaları ve SADAT A.Ş gibi yeni özel kontra örgütlerinin Lice’de sahne aldığına dair haberler gelmeye başladı. Derken Lice, Hazro ilçe ve köyleri başta olmak üzere Kürdistan kırsalı yakılıp yıkılmaya başlandı tekrar.

Dolaysıyla dün Doğu despotizmi diye adlandırdığım AKP iktidarı bütün bu adımlarla ve tek adam yönetimi pratiğiyle yeşil faşizme eviriliyor. Despotizm, otoriterlik yer yer dini fanatizmle harmanlanmış yeşil faşizme eviriliyor.

Türk hükümetinin, milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırması hak ettiği kitlesel karşı direnişle karşılaşmayınca halkın iradesini yansıtan belediye başkanlıklarına kayyumun atanması saldırısı eklendi. Meclise getirilen belediyelere kayyum atama yasası ile belediye başkanının (kayyumla atananın) yetkileri artırılırken, Belediye Meclisinin yetkileri ise daraltılıyor. Amaç belli Kürdistan belediyelerini işlevsiz kılmak.

Akan kanın durması için siyasal çözüme yeniden dönülmelidir.

Bunca yoğun çatışma, bunca karşılıklı can kaybı daha uzun süre sürdürülemez. Ne halkımız ne de Türkiye halkları her gün onlarca gencin yaşamını yitirdiği bir savaşı daha uzun süre taşıyamaz. Son bir yıldan beri yaşananların sokak ve meydanları terörize ederek sivil siyaset alanını iyice daraltması, çatışmaların bitirilmesi yönünde taraflar üzerinde iç ve dış kamuoyu basıncı da giderek artıyor. Kısacası Kürtler ve Türk devleti cephesinde yaşananlar bir kez daha siyasal çözümü dayatıyor.

AKP ve devlet de yeniden siyasal çözüme dönmek istiyor ama onca yaşananlardan hareketle kazın ayağı eskisi gibi değil! Yanı eski çamlar bardak oldu! Kürtler bundan böyle Dolmabahçe’de açıklanan “demokrasi paketi”ne de artık fit olmazlar. Kültürel haklarla ya da Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi adımlarıyla sınırlı çözüm masasını kabul etmezler! Etmemelidirler.

Ayrıca görüşmenin bileşenleri de, içeriği ve önemlisi görüşmenin mekânı da değişmeli de. Görüşmeler İmralı’nın dört duvarlarının arasında askerin gözetiminden çıkarılmazsa çöken “barış sürecinin” tekrarı da aşılamaz.

İşçi emekçilerin durumu

Sermayenin işçiyi, ücretliyi hedef alan saldırılar aralıksız sürüyor. Patronlar ve hükümet, birçok yasa ile kazanılmış işçi haklarını kuşa çevirdi. İşçiye saldırma gerekçesi ise hazır; “küresel rekabete ayak uydurmak, ekonomik krize dayanıklı olabilmek”!

AKP hükümeti, sermaye lehine işçi haklarına saldırırken ne yapıyor?

“Üretim ve istihdamı esnekleştiriyorum” adına; geçici çalışma, kısmi süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, ödünç çalışma, evde çalışma gibi part-time çalışmalarla düzensiz, garantisiz, düşük ücretli çalışma asıl çalışma haline getiriliyor. Ne demek bunlar?

Bugün işçisin çalışıyorsun, yarın işsiz kalabilirsin.

Özel İstihdam Bürosu”na kayıtlı “kiralık işçi” olarak, üç gün işçi, dört gün işsizsin hatta sabah öğleye kadar işçi, öğleden sonra işsiz kalabilirsin.

Üretim ve çalışma esnetilip işten atma kolaylaştırıyor adı “güvenceli esneklik” oluyor.

Okuyup üniversite mezunu vasıflı olman da kalıcı, güvenceli iş bulman için yeterli değil.

“Çalışmak kutsaldır” fetvaları verilir, çalışmak istersin iş yok derler!

Emekli olmak bir dert, emekli maaşıyla geçinebilmek iki dert!

Mevsimlik tarım işçisi mi Ortaçağ kölesi mi? Belli değil! Tarım işçisinin durumu içler acısı.

Kısacası işçiysen bir gün tok iki gün açlığa mahkum ediliyorsun. Bu tablo Türkiye için de geçerli ama Kürdistan’da daha yoğun yaşanıyor. Sermaye ve hükümetinin bu çok yönlü saldırılarına karşı Partimiz mücadeleyi geliştirmelidir. İşçi ve işsizlerle sıcak temas kurmanın yollarını bulmalıdır.

Başta da belirtim Partimizin örgütsel alanda birden fazla sorunu var. Ayrıca ÖSP’nin Üçüncü Genel Kongre’de KKP’lileşmesi yolunda şimdiden yapılacaklarımız var bütün bunları eldeki karar tasarıları üzerinden konuşup sonuçlandıracağız.

Başarılar diliyorum.

15.07.201613714527_932888876822174_444265607_n 13705226_932903720154023_1272605160_n 13734715_932903633487365_1056124974_n 13705162_932903683487360_417672439_n 13713551_932903703487358_1647520527_n 13695233_932903670154028_1905269049_n 13713270_932903643487364_543723958_n 13695155_932903656820696_1784224885_n

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir