Gelinen ve Amed’de ilan edilen aşama çerçevesi belirlenmiş bir çözüm aşaması değildir. “Hani elde edilen ne var?” gibi Kürt halkının kendi kendini yönetmesi ve kendi tarihsel ve temel haklarına kavuşması kapsamlı sorusunun elbette net yanıtı yok. Çünkü bu anlamda ortada bir sonuç da yok. Kemal BİLGET

 

MİLYON KATILIMLI NEWROZ’ UN ARDINDAN…

Kemal BİLGET

2013 Yılı Newroz’u, yani Amed Newroz’u yalnızca Kürtlerin veya Türkiye’nin değil, dünya toplumsal mücadeleler tarihinin de ve gelecekte adından hep söz edilecek bir kitlesel eylem olarak gerçekleşti. Newroz’u örgütleyenler ve katılımcılar dünya çapında ve hep anılmayı hakettiler. Türkiye ve Kürdistan tarihinde milyonların katıldığı bir başka kitlesel eylem örneği yoktur. Dünyada var mı, ben rakamları net hatırlamıyorum. Çin uzun yürüyüşü ilk akla gelenlerden. Hindistan ulusal kurtuluşu sırasındaki kitlesel eylemler, en yakın tarih olarak Tahrir meydanını dolduranlar vd.leri var elbette. Milyarlık Çin ve yarım milyarlık Hindistan biryana, Kahire 17 milyonluk bir şehir ve Amed’den en az 8 kat fazla nüfusa sahip. Kısaca demem o ki; Amed Newroz’u katılım yoğunluğu; milyonların coşkulu, demokratik ve bir o kadar da disiplinli tavırları ve de verilen mesajlar olarak tarihsel bir olaydı. Emeği geçenleri ve katılımcıları canı gönülden kutluyor ve selamlıyorum.

Bu bilineni tekrar girişinden sonra, sonra yazacaklarıma ön gelmek üzere, önemli ama çok önemli gördüğüm şu anekdotları sıralayayım.

– Newroz Kürdistan’da yalnızca Amed’e kutlanmadı. Kutlamaların yapıldığı illerden birisi de hemen Diyerbekir’in kuzey komşusu olan Elazığ’daydı. Gazetelerin yazdığına göre İstasyon meydanında 500- 600 kadar insan toplanıp Newroz kutlaması yaptılar. Katılımcılardan daha kalabalık bir kitle ise kutlamayı engellemeye çalıştı. Polisin yoğun önlemleri sonucu ciddi bir olumsuzluk yaşanmadı. Elazığ’ı iyi bilen birisi olarak iddiayla söylüyorum ki; Newroz’u kutlayanlara saldıranların içerisinde bir kişi bile (Kışkırtıcı devlet görevlileri olabileceği gerçeğini göz ardı etmeden.) Türk yokturdur. Saldırganların hepsi Palu ve Sivrice’nin asimile bile olmamış Kürtleri ile Uluova’nın asimile Kürtleridir.

– Konda araştırma şirketinin son anket sonuçlarına göre; Türklerin %52’si kendilerine Kürt komşu istemiyorlarmış. Deneklerin %45’i barışçıl çözüme karşılarmış ve şiddetle Kürtlerin bastırılmasını istiyorlarmış. Bu oranın içerisinde “Kürtler sabun yapılmalı” diyenler bile varmış.

– Eğer BDP ve diğer Kürdistani partiler toplam Kürdistan seçmeninin yarıdan bir fazlasının oyunu alırlarsa gelecek seçimde, seçimin ertesi günü ulusal sorun fiilen çözülmüş olur. Resmi çözüm ise en kısa zamanda arkasından gelir.

– Bu Newroz’da baş siyasi aktör sayın Öcalan’dı. Siyasetten bihaberler dışında herkesin kulağı ve gözü ondaydı. Öcalan Diyarbakır meydanında ve birinci planda kitleye sesleneceği bilinciyle, temel politik mesajlarının önüne ve ardına ajitatif ve gönül okşayıcı mesajlarını da sıkıştırmak zorundaydı.

– Kim detayda ne derse desin, görüşlerini nasıl temellendirirse temellendirsin Kürdistan Kürt halkının ülkesidir. Kürtler topyekun olarak bir ulusturlar ve her bir parça bu bütünün tamamlayanıdır. Ve parçalar arası bütünlüklü, birbirini tamamlayan politikaları birlikte belirlemek, dayanışma içerisinde hayata geçirmek ve bunun araçlarını yaratmak vazgeçilmezdir. Bu dün de böyleydi ve tam olarak hayata geçirilemedi; bugün için de geçerlidir; yarın da geçerli olacaktır. Hiç kimse konumu ve etkinliği ne olursa olsun Kürt ulusunun bu gerçekliğini göz ardı etmek veya hafifsemek hakkına sahip değildir.

Bu anekdotlardan sonra yeniden Newroz mesajlarına dönersek, bilinenin tekrarı pahasına belirtelim ki; Sayın Öcalan’ın savaşı sona erdirmeyi ve barış ortamının yaratılmasını amaçlayan temel mesajları: Silahları susturun ve silahlı güçleri T.C sınırları dışına çekin; silahlı mücadele amacına ulaşmış ve işlevselliğini yitirmiştir; bu çağrı ateşkes olarak anlaşılmamalıdır; yakın gelecekte gerekleri yerine getirilerek silahlar tümden siyasi mücadele aracı olmaktan çıkarılacaktır, diyor öncelikle.

Ve devam ediyor: Mücadele bitmedi, yeni bir nitelik kazandı, bundan böyle fikir, ideoloji ve demokratik siyaset yoluyla sonuç almaya çalışacağız. (Bu anlamda olmak üzere) Artık yeni bir güne ve sürece başlıyoruz, diye ekliyor. Yani herkeslere bundan böyle silahsız siyaset yapan bir PKK göreceksiniz beyanında bulunuyor. Yeniden anlaşılması gereken işte budur. O nedenle kapsamı genişletip “Hani yeni ne var ki?” sorusu ve eleştirisi doğru olmaz. Hele bu eleştiriyi Öcalan’ın ulusal bir hareketin öncüsü olduğu gerçeğinden koparıp “Emperyalist, yerli ve bölgesel sermayenin sömürüsü” sürerken yeniden söz edilemeze kadar götürmek propagandif bir eleştiri olur.

Öcalan , “Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenler” vb. sözleriyle Kürt halkının ve onunla birlikte diğer halkların yakın tarih içerisinde yaşadıklarının nedenlerine doğru bir biçimde vurgu yapmaktadır. Ardından geleceğe dönmekte ve ucu açık bir önermede bulunmaktadır.” … Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir milli dayanışma ve kararlaşmaya çağırıyorum.” Diyerek. Daha darını, Kürtlerle Türklerin federasyonunu oluşturamazken, daha kapsamlısından ve hayalisinden söz etmenin anlamsızlığı eleştirilebilinir. İleriye dönük bölge halklarına (Bir araya gelin ve geleceğinizle ilgili kendiniz karar verin) yapılmış bir öneriden yola çıkıp “Kürtlerin birliğidir acil ve önemli olan” eleştirisi gibi zorlamalara gitmek gereksiz.

Yine bilineni yineleyelim: Gelinen ve Amed’de ilan edilen aşama çerçevesi belirlenmiş bir çözüm aşaması değildir. “Hani elde edilen ne var?” gibi Kürt halkının kendi kendini yönetmesi ve kendi tarihsel ve temel haklarına kavuşması kapsamlı sorusunun elbette net yanıtı yok. Çünkü bu anlamda ortada bir sonuç da yok. Çünkü suçlu (T.C) olduğu gibi yerli yerinde duruyor. Toplam nedenlerle 30 yıllık çetin savaş T.C’yi yapısal değişime uğratamadı. Çünkü yukarıda Elazığ örneğinde olduğu gibi Kuzeyin yarıdan çoğu düşmanıyla ortak davranıştan koparılıp kendi hak ve özgürlüklerinin safına çekilemedi. Kars’tan Antep’e seçim sonuçlarına bakmak, demek isteneni anlamaya yeter.

Öcalan’ın bu toplumsal zemin üzerinden konuştuğunu unutmamak gerekiyor. Ve yine unutmamak gerekiyor ki, kendi öz gücünle kendi istediğin düzeyde bir çözümü masaya koyamıyorsan, muhatabının hastalıklı duyarlılıklarını (Kürt komşu istememek gibi) bile hesaba katmak zorunda kalırsın. Çanakkale ruhuna seslenmek, AKP tabanı hesaba katılarak mesajlar vermek reel politikanın gerekleridirler. Türklerin yarıdan fazlasının Kürt komşu istememesi benim tüylerimi diken diken ediyor. Ve bu 52 oranı bana hiç yabancı gelmiyor. Irkçı ulusalcı ve milliyetçilere milli görüşçü dindarlarla devrimci geçinen ırkçı “solcuları” eklediğimizde sözü edilen rakama rahatlıkla ulaşılır. Bu koşullarda ayrılmayı veya eşit koşullu birlikteliği sağlamayı başaramıyorsak ve Kürtlere komşuluğu bile çok görenlerle birlikte yaşayıp birlikte mevcut durumu birazcık olsun düzeltecek çözüm bulacaksak sözlerimize ve davranışlarımıza da bunların yansımaları olacaktır. Bu doğaldır.

Kaldı ki ortada elde edilmiş hiçbir şey de yoktur denemez. Yılda yaklaşık 2000 kişinin yaşamına malolan savaşın sonlandırılması başlı başına bir kazanımdır. Savaşın durması demek, milyonlarca Kürdün beyinsel ve bedensel güçlerini kendilerinin ve toplumlarının hizmetine sunmaları anlamını da içerir. Dahası, Oslo süreciyle bitirilen İNKAR POLİTİKASI’na şimdi siyasi inkar politikasının sonlandırılması da eklendi. Yine şimdilik kaydıyla ASİMİLASYON POLİTİKALARI bertaraf edilemedi ama geriletildi ve iyice etkisizleştirilebilmesinin yolu açılmak üzere. Üst düzeyde bir siyasi mücadeleyle ve Anadilde eğitim hakkı elde edildiğinde asimilasyonun da önemli ölçüde önüne geçilmiş olacaktır.

Önümüzdeki sürecin asıl belirleyicisi doğrudan siyaset olacaktır ve asıl olarak meşru siyasetin, Kürtlerin kendi adlarına siyaset yapabilmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılabilmesi gidişatı belirleyecektir. Ya engelleri adım adım aşıp düzlüğe çıkacağız ya da tökezleme daha bir süre yaşanacaktır. Süreç iyi yönetilirse ve iyi değerlendirilirse kazançlı çıkacak olan kesinlikle Kürt halkı olacaktır.

Öcalan Newroz mesajının bir yerinde diyor ki; “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmakta.” Bir ömür boyu “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” sloganını atmış bir gelenekten gelen bizler halkların kardeşlik ve dayanışmasına hayır diyemeyiz. Bin yıla yakın bir geçmişi birlikte yaşadığımız ise kesin bir realite. “İslam bayrağı altında…” ibaresi kalıyor geriye de. Buradaki bayrak sözü mecazi anlamdadır. Asıl denmek istenenin din birliği olduğu açıktır ve de bu her iki halkın çoğunluğunu içermek anlamında doğrudur. Nesi eleştirilebilir ki?

Bir ara not olarak belirtmeliyim ki, sayın Öcalan’nın yazdığı son altı kitabın beşini okumuş birisi olarak “Demokratik moderinite” belirlemesinin kapitalist moderinite olmadığını bilenlerdenim. Ama şunu da söylemeliyim: Bu önermeye katılmıyor olmam ayrı bir konu ama önerme altı doldurulmuş bir önerme de değil bana göre. Kaldı ki güncel bir konu da değil şimdilik.

Fakat ben “Misak-ı Milli”ci değilim. Hiçbir devrimciye, hiçbir Kürde de misak-ı millicilik önermem. İlk gerekçem; misak-ı millicilik Doğu Kürdistan’ı Kürdistan’ın bir parçası saymamak demektir. Buna hakkımız var mı kendi kendimize sormalıyız. İkincisi, Osmanlı bakiyesi T.C’nin biti kanlanıp G-20 içerisine alınınca Güney ve G. Batı Kürdistan’ı kendi sınırları ve sömürü alanı içerisine katma emperyal emellerine bizleri alet etme oyunlarına gelmememiz gerektiğine inananlardanım. Bundan olmak üzere Irak ve Suriye sınırları içerisinde yaşayan kardeşlerimize karşı da sorumluluklarımızın olduğunun altını çizmeliyim üçüncü olarak.

Bu misak-ı milli meselesiyle bağlantılı bir konu ve gerçekliğin de altını çizmek zorundayız. Ben bu satırları yazarken Diyarbakır çağırısıyla başlayan yeni sürecin ilk adımının kararı sayın Karayılan tarafından açıklandı. Ateşkes ilan edildi. İkinci adımın, PKK silahlı güçlerinin T.C sınırlarının dışına çekilecek olması olduğu malum. Ve çekilinecek alanın ise Güney Kürdistan olacağı da aşikar. Yani bu planın uygulanabilmesinin en önemli ayaklarından ve belirleyicilerinden birisinin Federe Kürt Devleti yönetimi olduğu gerçeğini hepimiz biliyoruz. Onlar da bu gerçekliğe uygun davranıyorlar -davranmak zorundalar- ve tutumları net. Bizlerin tutumu net ve kardeşçe mi? Ben Kürtlerin kendi aralarında “BİZ”i yaratmadan daha geniş ve büyük “BİZLERİN” eşit bileşenlerinden birisi olabileceğine inanmıyorum.

En acil ve önemli sorunlarımızdan birisi ve başta geleni ULUSAL BİRLİĞİN sağlanmasıdır. Demokratik ve meşru siyaset zeminlerinde ulusal birliğin örgütsel araçlarını yaratmak daha da olanaklı olacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir