S. Çiftyürek

Suriye’de 15 Mart 2011’de ilk ayaklanma başlayınca, Batı, özellikle de Türk devleti BAAS rejiminin çok kısa sürede yıkılacağı kurgusu üzerinden hareket ederek pozisyon aldı.

Fakat BAAS rejimi, bölge ve küresel denkleme iyi yerleştiğinden dolayı “kısa sürede yıkılır” hesabı tutmadı, amiyane tabirle evdeki hesap çarşıya uymadı! Uymayınca her defasında kartlar yeniden karılıp oyun yeniden kurulmak istendi. Öyle ki Suriye’ye dönük herkes A planının yanı sıra B hatta C planını hazır cepte bekletmeye başladı. Batı-Doğu ekseninde yer alan güçler karşılıklı hamlelerle biri diğerini yeni adımlar geliştirmeye zorladı, halende zorluyor.

Tarihte Dicle-Fırat ile Nil havzaları yani bugün Ortadoğu diye tarif edilen coğrafya dünya uygarlığının merkeziydi. Ortadoğu bugün neden dünyanın merkezi durumunda? Bunu Newroz’da çıkan “Ortadoğu’da Savaşın Ekonomi Politiği” yazısında özetlemiştim. Kısacası, dün uygarlığın ilk filizlendiği coğrafya, bugün ise zengin enerji kaynaklarına sahip olması nedeniyle dünyanın ilgi odağı!

Kürdistan ise hem özgürlük mücadelesi potansiyeli dolaysıyla bölgede barındırdığı değişim dinamiği hem tatlı su ve yeraltı enerji kaynakları hem de coğrafyasıyla Ortadoğu’nun önemli bir bileşenidir. Öyle ki bugün Ortadoğu üzerine hesapları olan bölgesel ve küresel her aktörün hesapları arasında Kürdistan ve Kürt ulusal demokratik güçleri bulunur! Bölgede etkinlik kurmak isteyen her güç, illaki Kürt hareketiyle ya ilişkilenecek ya karşısına alacak!

Burada öne çıkan sorun, Kürdistan ulusal demokratik hareketinin ne yaptığı ya da ne yapacağıdır? Özellikle Kürt ulusal demokratik hareketinin Batı-Doğu eksenindeki saflaşmanın yarattığı, yaratacağı sorunları nasıl aşacağıdır? Ki bu soruların yanıtı hem Kürdistan’da hem de bölgesel güçler nezdinde düne göre daha fazla önem kazanmaya başladı.

 

I – Suriye’de taraflar arası pata durumu ağırlık kazanıyor!

Suriye üzerindeki saflaşma-karşıtlaşma derinleşiyor. Öyle ki Suriye meselesi, bölgesel ve kürsel aktörleri daha fazla içine doğru çekerek gitgide bölgesel ve küresel aktörlerin bir iç meselesi halini alıyor. Özellikle Türkiye, İran, Ürdün başta olmak üzere bölge ülkelerinin gündelik iç meselesi haline çoktan geldi.

Suriye savaşının bir diğer yönü, her geçen gün daha fazla İran savaşı haline hem geliyor hem de İran tarafından da getirtiliyor olmasıdır. İran rejimi, Suriye BAAS rejiminin varlığını adeta kendi sınır karakolu olarak algılayıp mevzi alıyor.

Başta ABD olmak üzere Batı halen birden fazla nedenle Suriye’ye dışarıdan askeri müdahale seçeneğinden uzak duruyor. İlk başta “en önde ben koşayım” tutumuyla askeri işgale istekli olan Türk hükümeti de şimdi Kürt meselesi dışında askeri müdahaleye pek istekli değil, hele hele tek başına buna hiç niyeti yok. Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi, hem Türkiye’nin bu tutumunun bir gereğidir hem de olası bir bölge savaşında ABD ve müttefiklerinin buna bir ön hazırlığı denilebilir.

Gerçekleşen kesin saflaşmaya ve ön askeri hazırlıklara rağmen, bölgesel bir savaş zor, çünkü Suriye’nin küresel denklemdeki yeri itibarıyla bölgesel savaşın küresel nitelik kazanması ihtimali yüksek. Bölgesel ve küresel tarafların Suriye üzerindeki kesin karşıt pozisyon almalarına rağmen aralarında fiili durumun realize edilmesi üzerinden bir uzlaşma arayışları sürüyor. Nedir fiili durum? Suriye’de iki yıldır devam eden savaşın taraftarlarının birinin diğerine kesin üstünlük sağlayamamasıdır. Ne rejim, muhalifleri kesin yenebiliyor ne de muhalifler rejimi yıkabiliyor. Küresel güçlerin sağladığı destek de dengeyi değiştirmeyince Suriye’de oluşan pata durumu üzerinden geçiş hükümetinde uzlaşma arayışları hızlanıyor.

ABD ve Batı’nın askeri müdahale isteksizliğinde başka faktörlerin yanı sıra Rusya ile aralarındaki uzlaşma ve kimi alanlardaki tavizler gereği ABD’nin Suriye meselesinde, Rusya’nın tezini dikkate almasına neden oluyor. Suriye rejimi iki yıldan beri yerleştiği denklemde varlığını sürdürdü ancak bu kalıcı olmayacak. Şu ya da bu biçimde er ya da geç sancılı ve parçalı da olsa BAAS rejimi aşılacaktır.

 

II – Muhalefet güven vermiyor!

BAAS rejimi; halkların katili, diktatör! Doğru! Peki ya muhalefet! Yakaladığı askerin kellesini sokakta kesen, kurşuna dizen, sırf devlet memurudur diye PTT çalışanlarını binanın çatısından aşağıya atarak öldüren, Nusayri ve Gayrimüslim halkları soykırımla tehdit eden, Kürt halkına BAAS rejiminden farklı ve ileri hiçbir şey sunmayan, isyancı muhaliften çok sokak çeteleri profili çizen, üstüne üstlük kendi içerisinde parçalı bohça misali olan ve fazlasıyla Türk hükümetine bağlı davranan muhalefet bu haliyle peşinden gidilecek bir muhalefet mi? Hayır! SUK ve özellikle ÖSO özetlediğimiz yapısıyla hem Suriye’deki Arap, Kürt, Türkmen, Keldani, Asurî, Çerkez, Ermeni, dini açıdan da Sünni, Şii, Dürzî ve Hıristiyan gibi zengin halklar yelpazesine hem de uluslararası kamuoyuna güven vermiyordu!

Zaten ABD ve müttefiklerinin muhalefeti yeniden şekillendirmeye giderken yukarıdaki tablonun yanı sıra şu faktörlerde etkili olmuştur:

“Türkiye denetimindeki Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) tüm kesimleri kucaklayamaması, Konsey’in Müslüman Kardeşler ağırlıklı olması”; Hıristiyanların, Alevilerin, Dürzîlerin ve Kürtlerin ya hiç ya da çok sınırlı temsil edilmeleri; İstanbul’da kurulan SUK’un fazlasıyla Ankara angajmanlı davranması ve SUK’un denetimindeki ÖSO’nun ise “Firariler Kutbu”nun yanı sıra radikal dinci yabancılardan ve kelle avcılarından oluşması denilebilir. Denilebilir ki ana hatlarını belirttiğimiz bu muhalefet, Suriye BAAS rejimi için bir şanstı, öyle ki rejimin ömrünün uzamasının nedenlerinden biriydi.

Kürtler ve Gayrimüslimlerin muhalefet çatısı altında yer almamaları, hem rejim karşıtı cephenin daralmasına hem de potansiyel olarak Kürt-Arap çatışması riskini artırıyordu. Son aylarda ÖSO çetelerinin Türkiye destekli olarak Kürt kentlerine saldırmaları, Afrin ile Qamışlo’yu birbiriyle bağlayan Serıkani, Kobani gibi kentlerin düşürülmesi hesapları, Arap-Kürt savaşını tetikliyordu.

ABD etkinliğinde Suriye muhalefeti yeniden şekillendirilirken, bu kez Katar ve Körfez ülkelerinin belirleyici olacağı görüldü ki bu durum muhalefetin daha fazla ABD hegemonyasına bağlı davranacağı söylenebilir. Katar’ın başkenti Doha’da dört gün süren toplantılarda, SUK yerine ana çatı örgütü olarak Suriye Devrimci Muhalif Güçler Koalisyonu’nun (SDMGK) oluşturulup başına Hıristiyan inançlı George Sabra getirilmesi; muhalefeti İhvan’ın gölgesinden çıkartma çabalarının yanı sıra Hıristiyanlar, Kürtler gibi farklı bileşenlerle genişletme arayışıdır. Artık SUK 22 temsilci ile bu yeni çatının bir alt yapılanması olacaktır. Yeni yapıda aşırı dinci unsur ve yapıların törpülendiği söylenebilir, ama sadece söylenebilir, yaşayıp görmek gerekir.

Yeni yapılanma üzerindeki Türk hükümetinin etkisinin zayıflatılmasıyla Kürt ve Hıristiyan halkların SDMGK’de yer almaları hedefleniyor ancak çağrılı olmalarına karşın Kürtler daha katılım sağlamış değil. Ayrıca yeni çatı içerisinde Türk devletinin eli zayıflamış olsa da “Kürtler, özellikle de PYD yer alamaz” rezervini tümüyle kaldırmış değil. Bu arada Güney Hükümeti ve ABD’nin çağrıları sonucu ÖSO ile YPG arasında ÖSO saldırıları sonucu gelişen çatışmaların durduğu ve hatta “birlikte BAAS rejimine karşı mücadele edelim” haberleri basına yansımasına rağmen Kürt ulusal demokratik hareketi temkinli davranıyor, SDMGK’ya katılıp katılmama yönünde halen karar vermiş değil. Acele karar vermemekte haklılar çünkü öncelikle kendi iç birliklerini pekiştirmeleri gerekiyor.

 

III- Kürtler, talep ve hedefleriyle taraf olmalıdırlar!

İster karşısında yer alsın ister yanında, herkesin Kürtlere dönük hesapları var ama başta Kürtlerin kendilerine dönük hesaplarının olması gerekiyor.

Öncelikle Kürt siyaseti Doğu-Batı ekseninde derin yarılmaya uğrarsa ya da halen var olan kısmi yarılmayı aşamazsa mevcut iklimdeki fırsatları değerlendiremez. Kürt ulusal demokratik siyaseti ise, komünistler hariç tutulursa, gerek bölgesel gerekse küresel düzlemde Doğu ya da Batı ekseninde yer almakta, en azından ilişki içerisindedir. Kürt Federe Hükümeti başta olmak üzere Kürt ulusal demokratik siyaseti genelde ABD ve Batı ile ilişki halindeyken, PKK daha çok Doğu ekseni denilebilecek İran-Suriye-Irak-Rusya ile ilişki içerisindedir. Burada görüldüğü gibi mesele PKK ile sınırlı değildir. Diğerlerine göre İran ile ilişkileri bir adım önde, iyi olan YNK; diğer ilişkilerine oranla bir adım önde ABD ve Türkiye ile ilişkileri iyi olan KDP; İran-Irak-Suriye ile ilişkileri yine diğer ilişkilerine oranla bir adım önde olan PKK söz konusu tablonun öne çıkan fotoğrafıdır ama fotoğrafın bütünü değil çünkü bütünü daha karmaşıktır. Demek ki derinleşecek olan bir Doğu-Batı saflaşmasında tüm Kürdistan ulusal demokratik hareketi bundan etkilenecektir.

Kürdistanlı parti ve örgütlerinin nasıl ki bölgesel ve küresel güç odaklarıyla ilişkiler alanında belirli bir algısı varsa, tersinden aynı güçlerde Kürdistan’ı belirli yapılar üzerinden okuyup ilişkilenmektedirler. Örneğin, Türk rejimi bölgede yaşananları Sünni-Şii ekseninin yanı sıra Kürt/Kürdistan meselesi üzerinden algılayarak pozisyonunu belirlemektedir. Türk devleti başlangıçta Kürt federal hükümetini kendisi için büyük bir tehlike olarak görürken, giderek geliştirilen çok yönlü ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle tehdit algısı yerini “nasıl fırsata çeviririm” algısına bırakmış bulunuyor. TC devletinde aynı algı değişimi şimdi Batı Kürdistan’a dönük de kısmen yaşanıyor. Burada altı çizilmesi gereken nokta şudur:

TC devletinin özelde de AKP hükümetinin, Kürdistan meselesinde ki algısının “tehlikeden dostluğa” evirilmesinde Güney Kürdistan hükümeti özelde de M. Barzani liderliğindeki KDP üzerinden geliştirdiğini görüyoruz. TC devleti de tıpkı ABD gibi Kürt/Kürdistan meselesini Barzani liderliğindeki KDP üzerinden okuyup ilişkileniyor! Bu algı ve ilişkilenme nedeniyle Türk hükümeti, somutta da Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Hewler’de Batı Kürdistan güçlerinin oluşturduğu Desteya Bilind a Kürt (Kürt Yüksek Konseyi) ile ilişkilenirken, Kürt Federe Hükümeti yanlısı kanat ile görüşürken, PKK yanlısı kanat ile görüşmemiştir. Ne demek bu? İran nasıl ki bugün ağırlıkla YNK ya da PKK üzerinden Kürdistan ile ilişkileniyorsa, Türkiye de KDP üzerinden ilişkileniyor demektir! Dolaysıyla TBMM’nin Suriye’ye asker gönderme teskeresi, genelde Kürt ulusal demokratik hareketini özelde PYD’yi hedef aldığı söylenebilir.

Bu ilişkiler devam ederse, Doğu-Batı gerilimi bugün Suriye yarın başka sorunlar üzerinden derinleşirse, dahası bir çatışma halini alırsa, bu durum kaçınılmaz olarak Kürtler arası ilişkilere de yansıyacaktır. M. Barzani ve diğer siyasal aktörler, “bırakuji mi bir daha asla” deseler de ilişkilendikleri güçler arası gerilim ya da çatışma kendilerini de içine çekebilir. Bu risk her zaman vardır. Hewler-Bağdat geriliminin küçük çaplı çatışmalar düzeyine sıçradığında PKK’nin “olası bir çatışmada Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin arkasında duracağız” açıklaması olumlu bir tutum ama PKK’nin Doğu eksenindeki güçlerle ilişkisi devam ettikçe bölgedeki saflaşma ve çatışmadan nasibini alma riskini beraberinde daima taşır. Demek ki, KDP ve diğer Kürdistanlı yapıların, “PKK’nin Tahran-Bağdat-Şam ilişkisinden” kaygılanmalarını ve PKK ile diğer bazı güçlerinde, “başta KDP olmak üzere Kürdistanlı kimi parti ve yapıların “Ankara ile örtük planları”ndan kaygılanmalarını aşacak iç açıklığa ihtiyaç vardır. Bunu gidermede en önemli politik araç, parçalar arası Ulusal Kongre’dir.

Suriye üzerinden gerçekleşen bölgesel-küresel saflaşma Kürdistan’a da yansıyor. Örneğin, Bağdat’ın gerek Hewler ile yaşadığı petrol meselesi, gerekse Suriye meselesinde karşıt eksenlerde yer alışlarının yarattığı sorunlar ve gerekse Kerkük, Diyale, Selahattin gibi halen statüsü çözümlenmemiş Kürt kentlerine dönük kurduğu “Dicle Operasyon Birlikleri” ile saldırı durumuna geçmesinin yarattığı gerilim ve küçük çaplı çatışmalar bölgesel hatta küresel karşılık buldu. Ankara’nın birden fazla iç hesapla Hewler’in yanında yer tutmasının yanı sıra ABD’den de Bağdat’a uyarı gecikmedi. İlginçtir ama PKK karşıt eksende olmasına rağmen Türkiye ve ABD ile paralel Bağdat’a karşı Hewler’in yanında yer alacağını ilan etmesi, Kürdistan üzerinden yaşanan, yaşanacak olan özgün ve karmaşık saflaşmaya işaret eder.

Can alıcı mesele şudur: Kürt ulusal demokratik siyaseti, iç birlikteliğini sağlayarak somut talep ve hedefler üzerinden hem her parçada hem de bölgesel-küresel düzlemde ilişki ve ittifaklar geliştirebilir, geliştirmelidir. Birliğe dayalı ortak talep ve hedefler üzerinden olmak kaydıyla “şeytanla bile ilişki kurulabilinir”! Kurulmalıdır çünkü somutta Batı Kürdistan ulusal demokratik güçleri, iki yıldan beri izledikleri, “bekle gör kaybedene oynama” siyasetinin devamında zorlanacaklardır. “Rejim düşerse büyük bir ihtimalle özerklik görebiliriz. Rejim ayakta kalırsa ödül talep edilebilir. Devrimin oyununu oynamak yerine kendi oyunlarını oynuyorlar”dı (Georges Malbbrunot Taraf Gazetesi) siyasetini daha uzun süre devam ettirebilirlerse iyi olur, her iki tarafın güçten düşmesiyle aradan sıyrılma imkânları doğabilirdi ama gittikçe rejim ile muhalefetin arasında bağımsız durmada alan daralıyor ya rejim ya da muhalefet ile birlikte davranma kendilerine dayatıyor, daha da yakıcı dayatabilir!

Bu yol ayrımı, Suriye muhalefetinin SDMGK çatısı altında yeniden oluşumu ile birlikte kendini daha fazla dayatacaktır. Batı Kürdistan demokratik hareketi dış ittifaklara dönük illaki bir tercih yapacaksa öncelikle ortak talepleri etrafında birleşerek hareket etmelidir.

Kısacası, Kürdistan’a temel talep olarak siyasal federasyon hedefi etrafında birleşmiş ve tüm askeri güçlerini Desteya Bilind a Kürt denetiminde merkezileştirmiş yapısıyla hem muhalefetle görüşebilir hem de BAAS rejimi ile. Siyasette hele de Ortadoğu’da siyaset yapıyorsan tek ata oynamak ufuk daralmasına neden olabilir. Bölgesel ve küresel aktörlerin nasıl ki bölgeye dönük A planlarının yanı sıra B ve hatta C planları varsa Kürdistan ulusal demokratik hareketinin özelde Batı Kürdistan güçlerinin de benzer seçenekli planları olmak zorundadır. 28-11- 2012

canbegyekbun@hotmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir