Kürt sorunu ulusal bir sorundur, çözümü de insanlığın ulaştığı genel standartların kabulüyle mümkündür. Öcalan’ın mektubu, bu kabule giden yolu tarif etmekten, küçük adımlarla da olsa bu yolu açmaya aday talep ve icraatları gündemleştirmekten uzaktır.

 

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 tarihli Diyarbakır Newroz kutlamalarında okunan mektubunun çerçevesini oluşturan yakın zaman görüşlerine ilişkin daha önce bazı yoldaşlarımızın makaleleri yayınlandı. Ancak söz konusu mektupta yer alan mesaj ve çağrıların kamuoyunda yarattığı tartışma, Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’nin (ÖSP) tüzel kimliğiyle tutum belirlemesini gerekli hale getirdi.

İçeriğindeki tek tek mesaj ve çağrılara geçmeden önce, Öcalan’ın mektubunun ana teması ve genel çerçevesine ilişkin bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Bu bakımdan mektup, Kürt halkının son yarım asırlık mücadele birikimlerinin gereklerini yansıtmamaktadır. Dahası, Kürt siyasal hareketlerinin mücadele birikimleri sonucu uzunca bir süredir geriletilen siyasal asimilasyona yeniden kapı aralama tehlikesi barındıran bir içeriğe sahiptir.

Kürt sorunu ulusal bir sorundur, çözümü de insanlığın ulusal özgürlük alanında ulaştığı genel standartların kabulüyle mümkündür. Öcalan’ın mektubu, bu kabule giden yolu tarif etmekten, küçük adımlarla da olsa bu yolu açmaya aday talep ve icraatları gündemleştirmekten uzaktır. Mektupta komşu halkların kardeşliğine yapılan vurgular anlamlıdır. Ancak bu vurgular, öngörülen yeni ittifakın, Türk hükümetinin yayılmacı siyasetinin boğucu etkileri altında Kürt halkının bölgesel konjonktürü kendi kurtuluşu yönünde değerlendirememe tehlikesini taşıdığı gerçeğini hafifletmeye yetmiyor. 

Mektuptaki mesaj ve çağrılara gelince:

 

IDicle ve Fırat’ın, Sakarya ve Meriç’le “kardeş” olmalarına; Ağrı ve Cudi Dağı’nın, Kaçkar ve Erciyes ile “dost” olmalarına; Halay, Delilo, Horon ve Zeybek’in “akraba” olmalarına komünistler olarak seviniriz.

Aynı yaklaşımla Cudi ile Kürt Dağı, Nemrut ile Kandil ve Süphan ile Zagros ilişkisini de tarif etmek bizim için daha bir önem kazanır. Kürtlerin komşu halklarla binlerce yıla dayanan medeniyetler yaratmalarını halkların ortak hazinesi olarak görüp sahiplenelim, ama bir halk olarak Kürtlerin en az beş bin yıllık ortak yaşam ve uygarlık değerlerini de sahiplenmemiz gerekir. Kürt halkının diğer komşu halklarla ilişkisini kardeşlik üzerinden tarif ederken, parçalanmış Kürt ulusunun iç ilişkisini ve geleceğini de tarif etmemiz gerekir. Demokratik Konfederalizm hedefi bu açıdan somut bir şey sunmuyor. ÖSP ise, Kürtlerin kendi iç ulusal birliklerini kurmalarını tarihsel olarak demokratik hakları arasında görüp savunmaya devam ediyor.

 

II- Öcalan’ın Ortadoğu’ya ilişkin genel emperyalizm eleştirisi yerindedir, fakat özelde emperyalizm ile Kürtler ilişkisine dönük eleştirisi doğru değil. Çünkü Kürtler zaten ulus devlete halen ulaşamadılar. Dahası Kürdistan’ın dörde parçalanmasının baş sorumlusu emperyalist Batı’nın kendisidir. Batı emperyalizmi, önceden var olan ve sonradan oluşturduğu ulus-devletler arasında Kürtleri paylaştırmanın baş aktörüdür. Batılı emperyalistler Ortadoğu’da ulus devletçikler oluştururken Kürtlerin ayrı bir ulus-devlet kurmalarına karşı durdular. Kürtlerin devletleşmemesinde emperyalist Batı ile bölge devletleri ittifak halinde davrandılar. Daha da önemlisi, Öcalan’la başlatılan barış sürecinin hemen ardından ABD’nin İsrail-Türkiye ilişkilerini yeniden tamir etme girişimleri, sürecin Ortadoğu’daki Doğu-Batı bloklaşmasında karşılıklı güç biriktirme yarışından bağımsız olmadığını göstermektedir.

 

III“Silahlı direniş sürecinden demokratik siyasete” çağrısını doğru bir çağrı olarak görüyoruz. Zira silahlı mücadele çoktandır hem süreci ilerletici işlev üstlenemiyordu hem de Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” tezinin PKK tarafından da kabulü ile birlikte “silahlı direniş” zaten manasızlaşmıştı. Buna, PKK yetkililerinin son yıllarda sıkça “silahın çözüm getirmeyeceği” yönündeki demeçlerini de ekleyelim.

Öcalan’ın PKK için yeni süreci “mücadele zemini fikir ve demokratik siyaset” olarak belirleyip çağrı yapmasını önemsiyoruz. PKK’nin bu çağrıya uyarak iç ve dış siyasette “demokratik siyaset” tarzını geliştirmesini Kürdistan ulusal demokratik siyaseti için bir kazanım olarak görürüz. Bu zemin, ulusal birliğin sağlanması için de daha uygun bir zemin olabilir.

ÖSP olarak çağrımız; Kuzey Kürdistan ulusal demokratik hareketinin siyasal dargınlık ve ayrılıkları aşması, geniş ulusal demokratik birliğin gerçekleştirilmesidir.

Bu çağrıdan hareketle “Bugün (21 Mart 2013) artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Ortadoğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz” denilmesini ise yanıltıcı buluyoruz. Bölgede yatırım yapacak olan Türk, Kürt ve küresel sermayedarlar için, Türk üniter devlet savunucuları için, “ümmet kardeşliği” adı altında tüm halkları Türk millet kavramı içerisinde sunan ve savunan İslamcılar için Öcalan’ın “yeni geleceğe uyanıyoruz” belirlemesinin bir karşılığı olabilir. Fakat mazlum Kürt halkı için, küresel ve bölgesel sermayenin ağır sömürüsü altında ezilen Kürdistanlı işçi ve yoksullar için, ulusal özgürlük mücadelesinin ağır yükünü çeken Kürt kadınları ve gençleri için, nihayet Türkiye emekçileri için 21 Mart 2013 tarihi itibariyle “yeni bir geleceğe uyanıyoruz” diyemeyiz!

 

IV “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmakta” tespitine ÖSP olarak katılmıyoruz.

Kürt halkının tarihsel trajedisinin ayaklarından birini kılıç zoruyla İslamlaştırılmaları oluşturur. İşgalcilerle, sömürgecilerle aynı dini inancı paylaşmak, Kürt halkına her defasında pahalıya mal olmuştur. 1071’de, 1514’te, 1843’te, 1915’te ve 1920’de Kürt egemen siyasetinin tercihlerinde İslam dini önemli bir faktördür. Hiçbirinde Kürt halkı kendi adına savaşmamış, tersine her birinde başkası adına silah kullanmıştır. Parçalarda, özellikle de Kuzey’de entegrasyona ve asimilasyona uygun zemin sunmuştur. Bugün Kuzey parçasında Kürtlerin yarısı halen kendisini Kürt olarak bile tanımlamıyorsa, Kemalist tek-tipleştirme mekanizmasının yanı sıra Türklerle aynı dini paylaşmalarının da ciddi rolü vardır. AKP ve diğer sistem partilerinin Kürdistan’da ciddi kitlesel dayanakları varsa, bunu da yine aynı nedende aramalıyız.

Kürtlerin Türk, Arap ve Farslarla “İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları” özgür iradelerince belirlenmiş bir ortak yaşam değildir. Gerçekte eşitlik, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmıyor.

“Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor” belirlemesi, Öcalan’ın halkı kendi çağrılarına ikna etmek için üç semavi dinin peygamberine atıfta bulunması siyaset pragmatiği açısından az çok anlaşılır. Fakat “bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor” belirlemesinin pratikte halkımız, halklarımız açısından karşılığı yoktur. Bu belirlemede, devlete kendi rengini veren AKP iktidarı koşullarında “Demokratik Cumhuriyet”in İslami renge bürünmüş versiyonunu görmekteyiz.

 

V – Kürt, Türk ve diğer halkların ortak geleceklerinde “Çanakkale ruhu”, özellikle de Kemalist modernist cumhuriyetin kuruluşundaki “ruh” belirleyici olacaksa, Kürt ve diğer ezilen halkları aydınlık gelecek değil, yeni bir karanlık dönem bekliyor olacak.  Çünkü ne Çanakkale ne de Kemalist cumhuriyetin kuruluş ruhunda farklı ulus ve halkların eşit, özgür birliğine yer yoktur. Gerek Çanakkale’ye hakim olan İttihat Terakki ruhu, gerekse aynı özü taşıyan Kemalist Cumhuriyet ruhu tepeden tırnağa şoven, ırkçı bir ruhtur. Bu “ruh”a dayanarak halkların özgür, eşit geleceği yaratılamaz.

 

VI – “Misak-ı Milli sınırlar” Türk şoven milliyetçiliğinin kırmızı çizgisidir. Hangi ad altında olursa olsun bu, Kürt demokratları, yurtseverleri, komünistleri tarafından savunulamaz. Milliyetçilik ve ulus-devletin eleştirisi üzerine kitaplar yazan, teori geliştiren, dahası her açıklamasında milliyetçiliği aşağılayan Öcalan’ın dönüp dolaşıp “yeni müjdelerle hayata geçiyor” ajitasyonu altında Kürt halkına Türk milli kurtuluşunun “daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini” sunması kabul edilemez. Yakın tarihte Türk milliyetçiliğinin öncülüğünde gerçekleşen ve Kürt ile diğer Müslüman halkların “ümmet kardeşliği” ile yer yer kandırıldığı, yer yer de sürüklendiği kurtuluş savaşı Türk ulusal kurtuluş savaşıdır. Türkiye Cumhuriyeti, Türkler dışındaki halklara tam anlamıyla deli gömleği misali giydirilmiştir. Halklar, özelde de Kürt halkı 90 yıldır bu deli gömleği altında nefes almakta zorlanıyor, onun “daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevi” altında Kürt halkının yaşama şansı yoktur.

 

VII – “Misak-ı Milli”, siyasi duruma ve güç dengelerine göre birçok yöne çekilebilen bir belgedir. Türk milliyetçileri, özellikle Turancılar, duruma ve güç dengelerine göre “Misak-ı Milli”den bazen TC’nin mevcut sınırlarını, bazen de İngiliz-Fransız 1916 Sykes-Picot anlaşması öncesinin Osmanlı sınırlarını, yani Güney ile Batı Kürdistan, kısmen Ermenistan ve hatta Bulgaristan’ı içeren sınırları anlarlar. Kürtleri, Arapları, Asurîleri ve Güney Türkmenlerini “Misak-ı Milli”nin birer parçası olarak görmek ve parçalanmış olmalarını da “Misak-i Milliye aykırı parçalanma” olarak sunmak yanlıştır. Bu halkları “Misak-ı Milli’ temelinde “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı”nı gerçekleştirmeye çağırmak ise asla kabul edilemez!

VIII – “Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz” derken Öcalan, emperyalist güçlere gönderme yapmaktadır. “Bizi bölmek”ten Kürtlerle Türkleri kastediyor. Ancak unutmayalım ki I. Dünya savaşından çok önce Kürtlerin önce ikiye, sonra dörde bölünüp parçalanması söz konusudur.

Öncelikle, ulus-devletler daha tarih sahnesine çıkmadan Kürtleri Kasr-ı Şirin Anlaşması ile 1639’da ilk bölenin ve yüz yıllarca tampon güç olarak birbirine karşı kullananın Osmanlı ile Safeviler olduğu gerçeğinin altını çizelim. Sonra da Osmanlı egemenliğindeki Kürtlerin üçe bölünüp parçalanmasında bölge devletleriyle birlikte İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin başrol oynadığını belirtelim.

 

IX – Türkiye Cumhuriyeti tepeden tırnağa kapitalist ve modernist yapıdadır. Türk hükümetinin Kürt meselesini “çözmek” istemesinin temelinde de devleti kapitalist modernist yapısıyla bölgesel-küresel aktör olarak güçlendirme yönelişi yatmaktadır. Ortadoğu ve Türkiye’de “modernist paradigma yerle bir” olmadı, tersine Ortadoğu’da ve bölgede rol modelliğe soyunan Türk Devleti’nde tepeden tırnağa modernist paradigma güçleniyor. Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” ve “Demokratik Modernite” tezleri de -bu durumda ister istemez- genelde modernist paradigmanın, özelde de kapitalizmin güçlenmesine hizmet eder hale gelecektir.

 

***

ÖSP olarak, Öcalan’ın mesajlarına ve çağrılarına ilişkin bu eleştirel yanıtımızla birlikte, ulusal özgürlük mücadele tarihimizin bu kritik kavşağında Kuzey’deki tüm ulusal demokratik güçlerin zaman geçirmeden ortak bir toplantı düzenlemesinin ve kalıcı birlik için adım atmasının önemini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Gerçek müzakereye zorlamamız gereken bu süreçte Kuzey Kürdistan’ı temsilen bir kurulun oluşmasının her zamankinden daha acil hale geldiğini belirtiyoruz.

Daha önce peş peşe düzenlenen iki toplantıda üzerinde ortaklaştığımız “Kürt kimliğinin ve Kürtçenin resmi olarak kabulü, anadilde eğitim, siyasi statü ve Kürt/Kürdistan adıyla örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması…” gibi taleplerimiz etrafında birlikte mücadeleyi örgütlememizin olanaklarının mevcut olduğunu düşünüyoruz.

29.03.2013

Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP)

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir