S. ÇİFTYÜREK

Son haftalarda herkes Diyarbakır’da! Basın temsilcileri, muhabirler, diplomatlar, istihbarat ve özellikle ekonomi ağırlıklı istihbarat elemanları, siyasetçiler ve elbette küresel, bölgesel sermaye temsilcileri, bilumum Diyarbakır’dalar! Barışı mı arıyorlar Diyarbakır’da?

İçlerinde az sayıda da olsa gerçektende barıştan, demokratik çözümden yana olan ve halkların özgürlüğü yolunda kirli savaşın bitmesini isteyenler var. Büyük bir kesimi ise yeniden şekillenmesi hedeflenen Ortadoğu’da “barış, demokrasi” söylemi altında devleti, şirketi, kurumu adına çıkar hesapları peşinde!

Diyarbakır kimilerince yeniden keşfediliyor! İhtişamı, insanlarının sıcaklığı, potansiyeli ve nasılda “30 medeniyete beşiklik ettiği” yeni keşfediliyor! Dün, yani milattan önce ilk uygarlık adımları Mezopotamya’nın verimli topraklarında atıldı. Denilebilir ki insanlık, tarihe bu coğrafyadan giriş yaptı ki Verimli Hilal’in önemli merkezlerinden biri de Diyarbakır’dır! Doğrudur ama niye şimdi?

 

Diyarbakır’a bunca ilgi neden?

Diyarbakır merkezli Kuzey Kürdistan (hatta doğu hariç güney ve muhtemelen batısıyla Kürdistan) derinlemesine kapitalizme, tüketim kültürüne açılıyor. Kürdistan zengin fosil enerji kaynaklarının yanı sıra 21. yüzyıl petrolü olan tatlı su kaynakları ile verimli tarım potansiyeline sahip! Bu potansiyellerine tüketim toplumu yönünde bakir bir kitlenin varlığı eklenmelidir! Az sayıda da olsa Kürt halkına özgürlük, bölgeye kalıcı barış gelmesini isteyen ve bunun için mücadele edenin dışında bilumum sanayici, tacir-tüccarın, siyasetçi ve istihbaratçının Diyarbakır’a derin ilgisinin asıl nedeni belirttiğim ekonomik potansiyelidir. Kürt, Türk ve küresel tacir-tüccar, sanayici aç akbabalar misali Diyarbakır’a akınlarının temelinde Kürdistan zengin ve zengin olduğu kadarda bakir ekonomik potansiyelinin varlığıdır.

Kürdistan’ın barındırdığı potansiyel zenginlikler, küresel ve bölgesel trendlerle ilişkilendirildiğinde AKP hükümetinin “çözüm” yönelimi ve “çözüm” sürecinde kullandığı ekonomik güç ve entegrasyon kartının da çerçevesi daha net anlaşılır.

Bu açıdan birbiriyle bağlantılı gelişmeler ana hatlarıyla şunlardır:

Birincisi; küresel düzeyde kapitalist üretim ve giderek tüketimin büyük batıdan büyük doğuya kayması/kaydırılması ile paralel ekonominin ağırlık merkezi de adım adım batıdan doğuya kaymaktadır. Bu yönelim, beraberinde küresel kapitalizmin kendi merkezlerinden (Batıdan) kendi çevresine (Doğuya) doğru sanayi taşıma hareketinin (sanayi ihracının) gerçekleşmesine yol açtı ve devam ediyor.

Aynı trend gereği Türkiye gibi ülkelerde kapitalist gelişmeyi kendi merkezlerinden kendi “çevre” bölgelerine taşımaya başladılar. Ki Organize sanayi bölgelerinin Kürdistan’ın Urfa, Mardin, Diyarbakır gibi iç kentlerine de kurulmaya başlanmış olması bu yönelimin yanı sıra entegrasyon ve asimilasyonu derinleştirmenin de gereğidir.

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum, Türk devletinin Kürdistan’daki ekonomik hedeflerinin belirttiğim bölgesel-küresel trendle örtüşmesi, hem Kürdistan’da kapitalist gelişmenin hızlanacağını gösterir hem de AKP hükümetinin geliştirdiği “çözüm” sürecinde, en büyük silah olarak ekonomik gücü öne çıkarmasını da az çok izah eder!

İkincisi; birincisi ile bağlantılı bir gelişme olarak Türkiye’nin G-20’ye alınmasıdır. G-20 üyesi Türk devletinin hem iç siyasette gerekli adımları atması hem de küresel sermayenin bölgesel gereklerine uygun pozisyon alması (yani Güney Kafkasya’dan Mısır’a uzanan hattın küresel kapitalizme entegrasyonunun Türkiye üzerinde gerçekleştirilmesi hedefinin) iç siyasetteki karşılığının yerine getirtilmesi kimi yeni adımları Türk devletine dayatıyordu. Bu adımların belli başlıları, Kürt meselesinin çözümü ve yeni bir anayasanın yapımı olarak ortaya çıkıyor. Devlet ve hükümetin Kürt meselesinde adım atma zorunluluğunun nedenleri üzerinde daha önce durmuştum burada sadece şunu tekrar belirteyim, Kürt halkının kararlı özgürlük mücadelesi devleti adım atmaya zorlayan asıl belirleyendir.

Üçüncüsü; %70’i Güney Kürdistan ile olmak üzere Irak ile gerçekleştirilen dış ticaretin Almanya’dan sonra ikinci sıraya çıkması; Güney Kürdistan’da Türk burjuvazisinin iştihanı kabartan petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının varlığı; koptu kopacak misali Hewler-Bağdat geriliminde, Türk hükümetinin hem kaçınılmaz gördüğü sonu (bağımsızlığı) tanımaya ön hazırlık yapması hem de Rusya ve İran’a olan enerji bağımlılığını azaltma hedefi gibi birden fazla nedenle Güney’e yakın durması; bunların toplamında Türk devletinin doğu hariç Kürdistan ile bölgesel hegemonya hesapları çerçevesinde ekonomik entegrasyonu hızlandırması!

İşte Türk devlet ve hükümetinin başta bölgesel hegemonya hesapları ve kısmen de G-20’nin üyesi olmasının gerekleri çerçevesinde Kürdistan’ı baruttan arındırmaya iten büyük ekonomik ve siyasal hesap! Çünkü Türk hükümeti hem bölgesel büyük ekonomik entegrasyona ulaşmasının hem de eski Osmanlı bakiyesinde etkinlik kurmanın ilk uygulama alanı olarak Kürdistan’la ekonomik entegrasyondan geçtiğini görüyor ve yöneliyor. Ki Kürdistan özellikle Güney Kürdistan’ın Bağdat ile yaşadığı gerilim konusunda ABD ile aralarının limoni olmasının temelinde de Türk hükümetinin bu arayışı yatmaktadır.

Dördüncüsü; AKP hükümetinin bir yıl öncesinden projelendirdiği “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin pilot uygulama alanı olarak “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin” yani Kuzey Kürdistan’ın belirlenmiş olmasının, zamanlama olarak “çözüm” süreci ile örtüşmesi, Kürdistan‘da kapitalist gelişmede bir patlamaya yol açacaktır. Aşağıda basından aktaracağım kimi veriler bunu doğrular nitelikte.

Beşincisi; demek ki “Kürt meselesi yok Kürt vatandaşlarımın sorunları var onları da çözeceğiz” diyen başbakan Erdoğan’ın Kürdistan’da hedeflediği büyük kapitalist gelişme-entegrasyon ile bireysel “Kürt vatandaşlarının” meselelerini çözmeyi hedefliyor. Yani devlet ve hükümet girilen süreçte bir kez daha esas olarak ekonomik güç kartını kullanıyor, kullanacak. Türk devletinin “çözüm süreci” adını koyduğu süreçte, siyaseten kimi bireysel haklarla sınırlı reformlarla Kürdün sırtını sıvazlarken, iktisaden halkı kuşatırken Kürdistanlı tarım, sanayi ve tüccar burjuva sınıfını ise bir kez daha satın almaya yöneldiğini belirtelim.

Son yılların moda deyimi olan her derde deva “zamanın ruhu” dedikleri şey oluşmuş ve oluşmakta olan Kürdistan burjuvazisi için işliyor. “Çözüm süreci” ile birlikte ekonomik olarak gelişme-büyüme-küresel alana açılmada yeni kapıların açılacağının devlet ve hükümetçe kendilerine vaat edilmesi nedeniyle Kürdistan burjuvazisi tam da yatırım-üretim-pazarlamanın selameti için sürecin kazasız belasız başarıya ulaşmasına dua ediyor! Neden duacı olmasınlar ki! Son yıllara kadar hareket alanları daha çok İstanbul-Çukurova-İzmir gibi metropollerde yatırım-üretim-pazarlama imkânlarıyla sınırlıyken şimdi girilen süreçle birlikte bu kez kendisi için bölgesel-küresel sermayeyle de ilişkilenmesinin kapıları ardına kadar açılıyor! Düşündürücü olan mevcut Kürt siyaset elidinin de iştahının kabardığı ve bundan ciddi etkilenecek olmasıdır!

Daha özgün olarak Diyarbakır hakkında neler söyleniyor?

Diyarbakır’ın (Kürdistan’ın) yeniden nasıl keşfedildiği, kapitalist gelişmenin nasıl hızlanacağı üzerine basından son haftalarda çıkan kimi haber ve yorumları özetleyelim:

“Doğu ve Güneydoğu’daki Organize Sanayi Bölgeleri’nde (OSB) yer kalmadığını belirten Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, GAP’taki OSB’lere başvuru sayısının 1342 olduğunu söyledi.” (Radikal Gazetesi)

Milliyet Gazetesi’nin Diyarbakır’da düzenlediği “Türkiye’ye yatırım geleceğe yatırım” konulu toplantı çerçevesinde Milliyet Gazetesi ekibinin aktardıkları;

“Diyarbakır’da emlakçılık yapan Bahattin Birtane şu an ticaret odasının açıkladığı 218 yatırımcının beklemede olduğu dikkat çekiyor. Yatırımcıların 3. Organize Sanayi Bölgesi’nin yapılmasını beklediklerini anlattı.” (Milliyet)

“Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası başkan yardımcısı çatışma ortamı biterse bölgenin potansiyeli harekete geçecek. 100’ün üzerinde yatırım yapmak isteyen firmalar var. Bu firmalara yer tahsisi için organize sanayi bölgesinin genişletilmesi gerekiyor.” (Milliyet)

Diyarbakır Organize Sanayi bölgesi başkanı Beşir Yılmaz ise Organize için “talepler çok yüksek. Ama o talebe karşılık verebiliyor muyuz? Ek OSB arazisi planı sanayi müdürlüğüne gitti bir türlü çıkartamıyoruz” diyor! (Milliyet)

“Güneydoğu’da arsa ve arazi bakan yerli ve yabancı yatırımcılar özellikle Diyarbakır’da emlak fiyatlarının artmasına neden oldu” (Milliyet)

GÜNSİAD Başkanı Ş. Bedirhanoğlu başka açıdan aynı meseleyi dile getiriyordu; bölge “ciddi potansiyellere sahip. Irak’a tek kapıdan girebiliyoruz. Irak’a iki kapı daha yapılmalı.” (Milliyet)

“Havaalanında gümrük müdürlüğü yoksa sanayi gelişmez. Konutlara doğal gaz veriliyor. Sanayiye doğalgaz yok. Sanayi nasıl gelişsin” diyerek başka açıdan sermayenin taleplerini dile getiriyordu. Bakan Mehdi Eker, “aynı anda 10 uçağın inip kalkacağı uluslar arası havaalanı 2014’te tamamlanacak, ayrıca Tekstilkent ve Lojistikkent kurulacak” diyecekti.

“Dağlarda mayın ve mühimmat temizliği yapılacak. Dağlar turizme açılacak, avcılık, arıcılık, hayvancılık ve turizm amaçlı kayakçılık yapılacak” (Sabah Gazetesi)

Meral Tamer, “Diyarbakırlı işadamında umut tavan yapmış” başlıklı yazısında Atalay’ın “bölgede büyük bir yatırım patlaması olacak” sözünü ekliyor, “Barış süreci kesintiye uğramadığı takdirde göreceksiniz Diyarbakır uçacak”!

Tamer “Türkiye’nin geleceği Diyarbakır’da şekillenecek” başlıklı yazısında ise; “Diyarbakırlı işadamlarından ısrarla şu üç cümleyi duyduk: ‘silahların susmasıyla Diyarbakır, Ortadoğu’nun en önemli merkezi olmaya aday. Barış süreci tamamlandığında Diyarbakır, Güneydoğu’nun en çok yatırım yapılan kenti olacak. Türkiye’nin geleceği Diyarbakır’da şekillenecek’ diyorlar.”

Yukarıda yazdıklarımın toplamında dışişleri bakanı sıfatıyla Davutoğlu’nun neden Diyarbakır’ı ziyaret ettiği de az çok anlaşılmış olur.

Ayrıca AKP hükümetinin bölgede “toprak reformu adı altında yeni bir talana hazırlık yaptığı” yani gerek dün güvenlik gerekçesiyle boşaltılan ve korucularca işletilen “özel araziler” gerekse SİT alanlarının kadastrodan geçirilecek olması haberleri akla büyük arazilerin yandaş sermayeye peşkeş çekileceğini getirtiyor!

Yukarıda aldığımız bu alıntılar neye işaret ediyor? Özetlemek gerekirse:

Bir; Diyarbakır merkezli Kuzey Kürdistan tam anlamıyla “Türkiye’nin Çin’i yapılacak”! Yani küresel, bölgesel ve elbette Kürt sermayesi için yatırım-üretim-ticaret atölyesi haline getirilecek. Nedir Çin modeli? Düşük maliyetli ücretli emek, uzun iş saatleri, sosyal haklardan arındırılmış çalışma koşulları ve katma değeri düşük kalitesiz ürün. Çin dünyanın atölyesi işlevini üstlenirken, Kuzey Kürdistan’a da Güney Kafkasya ve Ortadoğu’nun atölyesi işlevi yüklenmek isteniyor!

Güney’in özelde de Behdinan bölgesinin Bağdat ile ilişkisinden farklı olarak Kuzey’de başından beri Ankara ile ekonomik bağımlılık içerisinde olan egemen sınıflar özelde de burjuva sınıf hep vardı. Girilen bu süreçte Kürdistan burjuvazisi hem gelişip güçlenecek hem de Ankara merkezli ekonomik sistemle entegrasyonu derinleşecektir. Aynı süreçte Diyarbakır’ın Ankara ile entegrasyonunun güçlendirilmesi ve Kürtler üzerindeki asimilasyonun geri dönüşü olmayan bir evreye doğru geliştirilmesi hedefleniyor.

Diyebiliriz ki kapitalist gelişme Kuzey Kürdistan’ı derinlemesine sarıp sarmalayacak, amiyane tabirle Kürdistan’ın kent ve kırsalı kapitalizmle dolup taşacak! Bu gelişmeler Kürdistan’da siyaset sosyolojisini önemli ölçüde değiştirecektir. Ulusal demokratik hareketin özelde de biz komünistlerin buna hazır olmaları gerekiyor.

İki; Aynı süreçte Urfa’nın, Antep’in klasik beyaz mermer taş evleri, Diyarbakır’ın klasik siyah taş evleri, hatta köylerdeki klasik toprak damlı evler hızla yerlerini beton bloklara yani modernist mimarinin eseri olan tek tipleştirilmiş dairelerden oluşan dev modern apartman bloklara, mahallede sıcak ilişki içerisinde olduğumuz bakkal amcalar da yerlerini büyük alışveriş merkezlerine (AVM) bırakacak. Bir süredir zaten bu yönde devam eden gelişmeler yeni süreçle büyük bir hız kazanacaktır. Yani Diyarbakır merkezli Kuzey Kürdistan hem sanayi, tarım ve ticarette hem de mimaride derinlemesine modernizmle buluşacak. Erbil merkezli Güney mi? O zaten son 10 yıldan beri bu yolda bir hayli mesafe kat etmiştir.

Kısacası, üretim rejiminin halen Kürdistan’da fordizm ağırlıklı seyredecek olmasının yanı sıra, mimaride de modernist paradigmanın derinleşeceği gerçekliği var önümüzde!

Üç; eee halen Kürdistan’da özellikle Diyarbakır’da “sanayi yok, işçi sınıfı yok” diyenlerin de artık bu tablo üzerinde düşünmesi gerekiyor! Zira Diyarbakır’da bile var olan iki OSB’nin yatırım talebine yetmediği üçüncüsünün yapılmasının talep edildiğini yetkililer aktarıyor. Yıllar önce Kürdistan’da kapitalizm ve işçi sınıfının varlığını konu alan kitap yazmıştım Benim açımdan Kürdistan’da yeni süreçle birlikte kapitalist gelişme derinleşecek, işçi sınıfı nicel olarak büyüyecek o kadar!

Sonuç olarak iki şeye vurgu yaparak yazıyı bitireceğim

Birincisi; Türk devleti 90 yıldır savaştığı Kürtleri ve bazen dışladığı bazen de dayandığı siyasal İslam’ı bölgesel ve küresel yöneliminin dayanakları haline getirmek istiyor. Kamber Atabey önceki sayıdaki yazısında bu noktaya vurgu yapıyor. Somutta Türk rejimi önüne koyduğu bölgesel hegemonya hesapları gereği, iktidardaki AKP ve muhalefetteki PKK üzerinden siyasal İslam ve Kürtlerle uzlaşarak ikisini de devletin bölgesel yönelimin dinamikleri haline getirmek istiyor. Ki siyasal İslam’ın devletin dinamiği olması yeni de değil özellikle son 10 yıldan beri de kesintisiz iktidarıyla rejimin taşıyıcı dinamiği durumunda. Yeni olan Kürt ulusal demokratik hareketinin de sürece çekilmek istenmesidir. Kısacası Türk rejimi, devletin bölgesel-küresel aktör olma yolunda Kürt siyasetiyle siyasal İslam’ı uzlaştırarak hatta başarabilirse sentezleyerek yol almak istiyor. Hesaplar bunun üzerinedir. Tam da bu süreçte Time Dergisi’nin her yıl açıkladığı yılın en etkili 100 kişisi listesine Türkiye’den Fethullah Gülen ile Abdullah Öcalan’ı birlikte alması da tesadüf olmasa gerek!

İkincisi; bu günlerde bir “tarihin yazıldığı”, yazılacağı doğrudur. Yanıtlanması gereken soru kimin tarihi, kimin geleceğini belirleyen tarih yazımı gerçekleştiriliyor? Kürtlerin özgürleşmesine kapı aralayacak yürüyüşün tarihi mi yazılıyor, yazılacak yoksa Kürt potansiyelinin de arkalanmasıyla Türk devletinin bölgesel-küresel aktör olmasının yollarını döşeyecek olan tarihi adımlar mı atılıyor? Komünistler olarak üzerinde derinlikli durup yanıtlamamız gereken soruların başında geliyor bu soru.

Üçüncüsü; Türk devlet ve hükümet yetkililerinin ve elbette danışmanlarının, yazar ve akademisyenlerin özellikle son aylarda tam da Kürt meselesinde “çözümün” arandığı süreçte Türk devletinin bölgesel-küresel aktör olma hedefine nasıl da odaklandıklarını izleyip okuyunca, Kürtler bir kez daha “alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” deyimine maruz kalacak sorusu ister-istemez gelip yerleşiyor zihinlere!

29- 04- 2013

canbegyekbun@hotmail.com

 

* ÖSP Genel Başkanı

Newroz Gazetesi, 2 Mayıs 2013, Sayı: 233

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir