BDP’nin yeni anayasa konusunda alacağı tavır, takınacağı tutum geniş bir çevreyi, sayısı, özgül ağırlığı hayli değerli kitleleri etkiliyor. BDP bundan dolayı önemli bir özne, aktördür. Peki aktörümüzün bize yakınlığı, uzaklığı, samimiyeti, tutarlılığı sorunun neresindedir? Hasan FIRAT

 

BU YOLDAN BARIŞ MÜMKÜN MÜ?

BARIŞA GİDİLDİĞİ SÖYLENEN BU YOLDA EŞİTLİK MÜMKÜN MÜ?

Hasan FIRAT

İçinde bulunduğumuz milat; hakikaten şimdiye kadar yaşadıklarımızı, gördüklerimizi fersah fersah aşan bir gündem boğuşmasıdır. Ve bu kısacık zaman diliminde her olgu, yeni her haber bize dudak uçuklatıyor. Öncesi var mıydı? Biz mi gelişmeleri kaçırdık ya da gerçeği kendimize bile itiraf etmekten kaçındık? Gelinen aşamada ise yapılacak en somut tespit ise birileri bu kulvarda malumu ilan denilecek bir pratik uygulamasını tahayyül değil, öteden beri icra etmiş oldukları realitesidir. Kaçırdığımız, bu bağlamda heba edilmiş çok bedel ve değer olduğunu peşinen kabul üzerinde, şimdi yeniden ve bir kez daha devrimci tavırda inat ve inat etmek bize düşüyor.

Gündem, gündemin nasıl bir hegemonya üzerinde dolaşıma sokulduğu, her türden dezenformasyon, akıl tutulmasının pazarlandığı üzerinde durmanın, ah, vah etmenin bir yararı yok. Bize düşen, uyanıklık silahını kabzasında dürtmek olmalı. Dost, düşman bu zorlu virajda zaten görünürlüğünü sakınmasız gösterir.

İçinde bulunduğumuz zaman koşullanmasında önceye ait diyeceklerimiz var. Bilinmeli. Tarihe not düşmek zorundayız. Dün ittifak içinde bulunduğumuzu sandığımız bazı parti, hareket, platformlar neredeler, geriye dönük ortak mücadele yolculuğumuzda bizimle kesişen herhangi bir talep, bir dava kaldı mı? Ayrışmanın ışık hızı abartısı vardı da biz mi görmedik? Bu makalemizde katı gerçekleri kendi olgu ve tasavvurları içinde ele alacağız. Düne dair, geçmiş mücadele birikimimizden asla taviz vermediğimiz dürüst ve doğru doğrultumuzu hep koruyarak sorunların bam teline çomak sokacağız. Ol hikaye odur ki demeden, rivayet olunur ki üzerinde değil, esas olguyu üzerinde gerçeğin peşi sıra gideceğiz.

YAKIN GEÇMİŞTE YAPILAN BİR TOPLANTI MASAL MIYDI?

22 Eylül 2012 tarihinde İstanbul’da BDP’nin çağrısıyla demokratik kitle örgütleri, moda deyişle çok sayıda kanaat önderi, az sayıda siyasi partinin davetli olduğu “ANAYASA KATILIM SÜRECİ” başlıklı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya partimiz ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM PARTİSİ BDP/DTK tarafından bizzat davet edilmiş, biz de katılmış, görüşlerimizi kürsüde açıklamıştık. Moderatörlere 4 adet A4 boyutunda görüşlerimizi içeren metni teslim etmiştik.

Toplantı katılımcılarının zenginliği, BDP tarafında “ANAYASA KATILIM SÜRECİ”nin önemsendiği izlemini veriyordu. Moderatörler, bu toplantıların devam edeceğini, ANAYASA YAZILIM süreci hakkında kolektif bir çalışmanın gerekirliliğinde, birbirimizi ikna etmiş olarak ayrıldığımızı biliyorum. Toplantı organizatörlerine süreçle ilgili bilgi alış verişi, atölye çalışmaları hakkında haberli olmamızı istemiştik. Bize sadece bir e-posta geldi. Gelen e-postaya görüşlerimizi içeren bir maili bir kez daha geçtik.

Her neyse meselenin bu tarafı artık tarih oldu demek için çok mu acele etmiş oluruz. Gündem hızlı ve yoğun. Kesilen Oslo görüşmeleri yerini “ÇÖZÜM SÜRECİ” adlandırmasıyla yeni bir safhaya bıraktı. Hakikaten barışı nasıl getireceğimiz, ne kadar eşit olacağımız, bu değerleri, hakları hangi mücadele yöntemiyle geliştireceğimiz, daha da önemlisi barış/eşitlik dediğimiz merhaleyle buluşup buluşmayacağımız sorun ve sorularının karşılıklarını arıyoruz.

Türk devlet paradigmasının Osmanlı’yı saymazsak bile geçmiş 100 yılında değişen nedir, barış, eşitlik halkların hakları konusunda verili pozitif referanslar var mıdır? Bunların garantisi nedir?

ŞEREF SÖZÜ NE İŞ YAPAR?

Yine bir hatırlatma yapmak durumundayız. Bizim kuşak, bizden önceki kuşak yaşamıştır, aile büyüklerinden bolca duymuştur. Dünkü tarihte “şerefli” Türk subayı sözüne aşinayız. Nasihat heyetlerinin, şerefli subay sözlerinin Koçgiri’de, Ağrı’da, Dersim’de, 90’lar dahil, mutlaka son Roboski hatırlatmasıyla, tutulan sözlerin(!..) mantalite ve pratiklerinin yaşayanıyız, tanığıyız.

Bu bağlamda güvencemiz nedir, bizi bağlayan, karşımızdaki gücü bağlayan akit nedir? Düne dair “şerefli Türk Subayı” sözü yerini siyaset figürüne bırakmışsa, bu toplamda ne kadar bağlayıcıdır? Şerefli Türk subay yerine ikame eden devlet ricalına neden, hangi geçmiş güven referansıyla inanmalı, güvenmeliyiz? Devletler hukukunda, devletlerin hukuk formunda suya yazılan şunun sözü, bunun sözü değil, yazılı belgeler bağlayıcı ise yapılması gerekenler nedir? Yeniden Amerika keşfi yapmayacaksa ki yapmayacağız, biz hangi yol üzerinde mesafe alacağız?

YENİ ANAYASAMIZIN GARANTÖRLERİ…

Meselenin ağırlığı, öneminde bir azalma var mıdır? Konuşulan neşenin kepek sorunu değilse, sorun taraftarlarını, aktör/öznelerini bağlayıcı değerler ne olmalı? Kürdistan, Yakındoğu sorunun yakıcı jeo-politiği, uluslar arası güçler denkleminin başat metaforu olmuş bir dönemeçte, çizilen çerçeve, önerdiği düşünülen yol haritası arasındaki dehşet dengesi, zıt çelişki hangi argüman ve politik içerikle açıklanır?

Kürt haklarına indirgenmiş Kürdistan sorununu, Türk-iye’nin demokrasisini tartışıyoruz. Ve artık dilde pelesenk oldu. 82, darbecilerin anayasasıydı. Darbenin 34. yılına ramak kalmışken Kürtlere bazı haklar, Türk ahalisine demokrasi getirelim isteniyor. Güzel. Bu suya yazılmayacağına göre, kişi oğlunun şeref ve/veya başka nesine, sözüne gerek kalmadan, toplumsal konsensüs denilen anayasa metinlerine yazılacak. Bağlayıcı olan, hepimizi kesecek olan budur. Ötesi özeldir, kişiyi, sadece kişiyi bağlar. Türk devleti; kabul etmeliyiz ki devletin sürekliliği şartıyla, son 10 yılda önemli değişimler geçirdi. Mesela askeri vesayet yeni şekliyle sürdürebilir duruma dönüştü.

Devletin 11 yıllına hükümet eden AKP, kendi öncelleri gibi 12 Eylül Anayasası’nın mucip milletimize yakışmayacağını dilinden hiç düşürmedi. Denebilir ki 12 Eylül Anayasası’nın çetin zorlu ve sorunsal olan anayasal vatandaşlık üzerine, Türk üniversiteleri seller, sular tezler hazırladı. Evrensel dünyada üniversitelerin TOP-ON’larının ilk 500 içinde hiçbir Türk üniversitesinin ismi geçmediyse, badem bıyıklı yeni hukuk profesörlerinin, ikbal dersine iyi çalışmış diğer perileri akademiyanın asla ve kata esamisi okunmadıysa da hiç değilse anayasal vatandaşlık profilinde bir arpa boyu yol alındı mı? Riyakar olanla sahicilik, yalan madrabazlıkla, doğrunun terazi kantarı pratikte kendini gösterir.

Barış ve eşitliği konuştuğumuz ön günde, sorun muhataplarının yaklaşım tarzı, samimiyetlerini bu uğrakta sınamadan, denemeden geçirerek tavır geliştirmek durumundayız. İmralı ile Kandil arasındaki trafik oldukça akışkan. Ha keza İmralı-Kandil’den MİT irtibat ve irtifasında da sorun gibi gözüken tek nokta, virgül yok. İster istemez barış, eşitlik, Kürt “kardeşlerin” hak hukuku tesis edilsin beklenir. Kendi yorumumuzu sonraya bırakarak meselenin neresindeyiz? Özelikle BDP, İmrallı, PKK/Kandil bizden kime, hangi otorite ve yetkeye iman etmemizi istiyor, bizi neye, hangi referans üzerinde davet ediyor?

AKP

AKP’nin, TBMM’nin Anayasa Komisyonu’na sunduğu, Anayasa taslağının; devletin şekli, Temel ilkeler başlığında aktarıyorum: “… her türlü ayrımcılığı reddeden, kültürel zenginliliğimizin kaynağı olan etnik ve dini farklılıklarımıza saygı duyarak müşterek tarihimiz ve değerlerimiz etrafında birlikte yaşamak arzusuyla hareket eden biz Türk Milleti; bu anayasayı irademizin ifadesi olarak kabul ediyoruz.” Devamla, “Devletin bütünlüğü tartışılmazdır, resmi dil Türkçedir. Bayrağı kanunla belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayrak, milli marş İstiklal Marşı’dır. Başkent…

AKP Anayasa taslağının egemenlik maddesinde ise, “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletindir” Türk anayasalarının öz amentüsünün, yani asıl istimi daima arkadan gelen, o pek meşhur “ama, fakat,”larla varmış gibi gözüken hakların, özgürlük kırıntılarının nasıl budandığı mutlaklığını daimi bir realiteyken, ötesini tartışmak beyhude bir çaba değil mi? Egemenlik Tük Milletinindir, kimseyle paylaşmayacak.

Başlangıçta tedricen kabul görmüş gibi görünen etnisite, dini faklıklılarımız egemenlik maddesiyle aslına zuhur ediyor. Bu tartışılmaz gerçek, Türk millet vurgusunda dile getirilen paradigmanın, virgül kadar değişmez mutlaklığıdır. AKP taslağında, demokrasi aramak soytarılık değilse, cehenneme giden yolda kaba, saba kifayetsiz döşeme taşlarıdır.

BDP SORUNUN BİLİNCİNDE, İDRAKINDA MI?

Bu makalede CHP ve MHP’nin yaklaşımının bir kıymet-i harbiyesi yok. İç tutarlılıklarını teslim ederek geçelim. Nasıl düşünüyorlarsa, toplumun önüne, kendi libasları içinde çıkıyorlar. Doğal olarak bizi ilgilendiren demokrasi cephesi, Kürt öznesi/aktörü açısında BDP’nin tavrıdır. Anayasa süreci sınıf mücadelesinde tarafların içinde bulundukları durumu resmeder. BDP sınıf mücadelesi cephesinde ittifak içinde bulunduğu, sol/sosyalizm hareketlerle olsun, ulusal mücadele yol ortaklığındaki Kürt/Kürdistan parti ve platformlarında katalizör durumundadır. Üstelik BDP’nin oynadığı katalizör hali müspet, menfi her hal ve ahval için geçerli olandır.

BDP’nin TBMM’nin Anayasa Komisyonu’na verdiği anayasa taslağını özelikle birkaç kaynaktan teyit ettik. İstanbul’da hafta sonu Sebahat Tuncel’in katıldığı panelde bir kez daha doğrulattık. BDP; makale başlangıcında yaklaşık 6 ay öncesi bir toplantıya dikkat çekmemiz, ayırıcı bir vurguyla değerlendirmemiz, keyfe kederliğimizden olmadığı açık. BDP’nin alacağı tavır, takınacağı tutum geniş bir çevreyi, sayısı, özgül ağırlığı hayli değerli kitleleri etkiliyor. BDP bundan dolayı önemli bir özne, aktördür. Peki aktörümüzün bize yakınlığı, uzaklığı, samimiyeti, tutarlılığı sorunun neresindedir?

BDP taslağının başlangıç cümlesi, “Biz Türkiye halkı, bütün bireylerin, halkların evrensel… Türkiye’de yaşayan tüm farklı kimlikler, kültürler, diller…

Türkiye halklarının isimleri, kim oldukları bilinmiyor mu? Hani yaygın bir kanı vardır. Çorumlu sen de!..

Madde 1-(3) Devletin idari yapısı ademi merkezi sistem esasına göre düzenlenir. Devletin toprak bütünlüğüne dokunulamaz.

Madde 2- Devletin bayrağı, şekli yasada belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkent…

Hakikaten hangi merhaledeyiz? Zamanın ruhu, içinde bulunduğumuz uluslar arası güçler denklemi nedir, somut şartların somut tahlilinde kaçıncı ünitedeyiz?

Madde 3-(1) devletin resmi dili Türkçedir. (Türkçe kelimesinde T büyük harf) Türkiye halkının!.. kullandığı diğer ana diller bölge meclislerinin kararıyla ikinci resmi dil olarak kullanılabilir.

Öncelikle BDP faslında üzerinde durup sorgulanması mecburiyet derekesine gelmiş bir yeni durumla karşı karşıyayız. Makaleye başlarken, dudak uçuklatan bir psişik hal demiş olmaklığımızın gerekçesi tam da burada yatıyor. 2012 Eylül ayı ile BDP’nin Anayasa Komisyonuna taslağını teslim ettiği 6 ay sürede kaç toplantı yapıldı, iş bu taslak hangi aşamalardan, kimlerle kotarıldı? İradelerini BDP ile buluşturanları, sosyalistleri, işçileri, daha da önemlisi ağır ve debdebeli bedeller ödemiş Kürtleri, Kürdistan ülkesinin haklarını teslim ediyor mu?

Ancak; BDP’nin üstelik önüne yeni sıfatını ekleyerek Meclise sunduğu Anayasa taslağı arızalıdır, sorunludur. BDP’yi meclise taşıyanları, BDP’ye oy vererek mecliste irade koymuş olanları temsilden uzak olduğu gibi, ciddiyetle bağını kurmak da mümkün değil.

Filhakika BDP’nin anayasa taslağı toplamda, kendi cephesinde iç tutarlılığa sahiptir. BDP, İmralı, Kandil/PKK birebir bir izdüşümü intibası veriyor. Yeni süreçle ilgili, görüşlerimiz biliniyor. Hatırlatmakta fayda var. Çatışma durumunun sonlanmış olması doğru olandır. Abdullah Öcalan’ın 1999 sonrası yazdıkları, değişik isim ve formasyonlarla adlandırılmış olsa da Demokratik Cumhuriyet ana teması çerçevesindeki düşünceleri bazında, çatışma durumunun kendisi çelişkiydi. Ne ki Kürdistan problemi sadece bu sınırdan ibaret olmadığı da başka realitedir. Şahsımız, temsil ettiğimiz Özgürlük Ve Sosyalizm Partisi soruna, siyaseten bir yaklaşım içindedir. A. Öcalan’ın düşünceleri, ideolojik tarafgirliği kendisini bağlar, fikriyatıyla uygunluk aramak gibi bir kaygımız, derdimiz zaten olmadı, olmaz da. İdeolojinin, düşüncenin siyasetle bağı, yol kılavuzluğuna gelince hepimiz aynı gemideyiz. Bizi ilgilendiren sorunun sadece ve sadece bu yanıdır. Nitekim ismine barış denilen yeni süreçten beri, İmralı heyetlerinin kamuoyuna yansıyan, açıklanan bazı düşünce ve kılavuzluk sayılmak istenen bazı çıkarsamalar durumu başkalaştırıyor.

Mesela; bunun başkalaşan çıkarsamanın sacayağında, tartışmakta olduğumuz, olmazsa olmaz kırmızı çizgi muhafazasına aldığımız “Anayasal Vatandaşlık” yaklaşımında açığa çıkmış olması önemlice bir isabettir. Bahsini ettiğimiz başkalaşım sorununda, “velev ki, rivayet ki” temelsizliğine düşmeyeceğiz. Basına düşen İmralı zabıtları, 21 Mart bildirisiyle, akabinde İmralı heyet görüşme açıklamalarıyla tutarlılık arz ediyor. Dolayısıyla aşağıda Abdullah Öcalan’ın ağzında anayasal vatandaşlık nasıl tezahür ediyor? Namık Durukan’ın Milliyet gazetesinde yayınladığı belge bizim için kanıttır. Vekil S. Süreyya Önder’in; Kandil kaygılarını anlattığı bölümde aktaralım.

-Sırrı: “Anayasada en büyük tartışma vatandaşlık tanımında yaşanıyor. Kandil diyor ki mutlaka Kürt halkının varlığı zikredilmeli, çünkü azınlıklar denilince gayrimüslimler anlaşılıyor, ki bu doğru bir tespit.

A. Öcalan: (…) Vatandaşlık maddesini sana yazdırıyorum, “özgür iradesiyle T. Cumhuriyeti’ne bağlılığını ifade eden birey T.C. vatandaşıdır”

Buraya kadar BDP ile A. Öcalan’ın kırmızı çizgi korumasındaki anayasal vatandaşlık bakışı tutarlılık gösteriyor. BDP’nin anayasa taslağı nerden bakılırsa savunulur bir metin olamaz. Güya yeni bir cumhuriyet savunusu var. AKP’nin taslağıyla, A.Öcalan’ın bakışı arasında çelişki olmaması düşündürücüdür. 82 anayasasının vatandaşlık maddesi ile de aynılık yaman çelişki demeyeceğiz.

Kaldı ki BDP’nin Anayasa taslağının bütünlüğünde, mevcut Türk devlet paradigmasını aşan cümle yok. Öteden beri Avrupa müktesebatı etrafında dönmek Kürdistan’a statü getirmez. Sunulan taslağın diğer halkların -her kim, her ne iseler- anadillerinin olması değil, olabilirliğine lütfetmenin karşılığı yoktur. Kendi ülkesi peri perişan bir siyasetin, ülkesinin kolonyalistinin toprak bütünlüğüne jandarma olmaklık savunula bilir mi? Düne kadar Türk devlet ricalının tek bayrak, tek millet retoriğine veryansın edenler değişen nedir; halklara, Kürt yoksullarına açıklamak zorundalar.

Bütün bu tartışmalardan, BDP ve ideologları gece gündüz mesaideler. Savunularının başında ilkokul çocuklarının şeker, süt esprisi geliyor. Şeker, sütün içindedir!.. Mamafih; nereye, hangi laboratuara iman ediyorsanız sağdığınız sütten, sütre gerisinde keyifleri saymazsak şeker yoktur.

Hayat karşımıza yeni somut şartlar dayatıyor. Daha önemlice sayılması gereken ise, kitle mücadelesinin yükseltme evresine doğru şartların olumlu evrildiği bir kavşaktayız. Yakındoğu, Batı Kürdistan bölge egemenlerini, kolonyalist şeytanların plan, programlarını yerle bir edeceği aşamanın ön günündeyiz. Kuzey Kürdistan halkı direngen ve tecrübesiyle politik cömertliği ile göz kamaştırıyor. Sömürgeci siyasetin meşruiyetinin sonlandığı bir zaman dilimindeyiz. Gün talepleri sönümlemeye bırakmanın, halkın yakıcı, emek ağırlıklı taleplerini başkalaştırma günü değildir. Yarınlarda sorulacak hesapların olacağı mutlaka bilinmeli. Ağır bedellerle sarsılan halklarımız kimlerle, ne zaman helalleşeceğini öz iradesiyle karar altına alacaktır.

BDP için halen muhalif ve talepler etrafında kararlı duruşunu sürdürmenin şartları fazlasıyla mevcuttur. Kazandıracak olan budur, halkların, emek cephesinin beklentisi de budur. 13.04.2013

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir